Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

11 Ocak 2013 Cuma

Amour (2012)


Avrupa sineması denildiğinde akla belli başlı yönetmenler gelir. Bunlardan biri kesinlikle Avusturyalı yönetmen Michael Haneke'dir. "Kurdun Günü" filminden sonra adeta boş geçmeyen filmografisiyle, her film festivalinde ödülle dönmeyi başardı. Bilhassa Cannes film festivallerinde son üç filmiyle 3 tane Altın Palmiye alması, ustanın yaşlandıkça formdan düşmediğini kanıtlar gibiydi.

Amour da işte bu form döneminin belki de en yumuşak filmi... Yumuşak derken tabii ağır bir konunun seçilmediğini düşünmeyin. Çünkü Haneke söz konusu olduğunda, ondan bir romantik komedi bekleyemezsiniz. İnsanın duygularıyla oynayan ölüme yakın insanların dramasıyla, belki de kendisinin de yaşlandığını ifade ederken, bir yandan da yaşlı insanların dramlarının da perdede yer alması gerektiğinin altını çiziyor.


Filmimizin konusunu kısaca özetlememiz gerekirse; piyano öğretmeni yaşlı bir çiftin hayatından kesitlere odaklanıyoruz. Öyle ki yaşlı bu karı koca, sanatla iç içe yaşantılarında, hayattan çok fazla beklentileri olmayan iki kişidir. Ancak bir gün kahvaltı masasında tuhaf bir şey olur. Anne yani bayan karakterimiz, aniden kitlenir. Kocası Georgas da bu durumun şaşkınlığı içindedir. Doktorlara haber verecekken, Anne'nin beyin devreleri yerine gelir. Yavaş yavaş yaşlanmanın da etkileriyle kaybolan Anne için mücadele etmeye kararlı görünen Georges'ın birbirleri, dostları ve çocuklarıyla ilişkilerine yöneliyoruz.

Filmin basit konusunun yanı sıra, neredeyse tek bir mekanda geçtiğini söylemekte yarar var. Ne de olsa yaşlı iki insanın hareket alanları ne kadar geniş olabilir ki teorisinden yola çıkarak, mekanların son derece kısıtlı tutulduğu söylenebilir. Zaten Anne'nin hayatının sınırlanarak felç geçirmesinden sonra, bakımı olsun, yapılan aile küçüklerinin ziyaretleri olsun, filmin tek bir eve sınırlandırmasına neden oluyor. Ne de olsa genelde ilk olarak aile büyüklerinin evleri ziyaret edilir. Aile büyükleri sıklıkla çocuklarını ziyarete gelmezler bir bakıma...


Haneke, son dönemlerinin en yumuşak filmi yapsa da, bir iki yerde sinemasındaki sert ve ani hareketlerinden vazgeçmiş değil. Özellikle bir rüya sahnesindeki gerilim ve filmin finalindeki sahne de, seyircisini diken üstünde oturtmayı ihmal etmiyor. Tabii filmin konusu dolasıyla, pek de bu işlere girişmiyor. Onun yerine hayatın acımasız yüzü, yaşlılığa vurgu yapıyor. Artık istedikleri her şeyi yapamayan insanları gözlemliyor. Bakıma muhtaç bir insanın doğasına, ona tahammül eden bir kocanın hikayesine odaklanıyor. Bunun adına sevgi mi, yoksa alışkanlık mı denir bilmiyorum ama Haneke, bunun sevgiden kaynaklandığı söylemeye çalışıyor. Beraber yaşlandığınız insan için neler yapabilirsiniz sorusunu sorarken, aslında gerçek aşkın yapılan fedakarlıklar olduğunu anlatmaya çalışıyor.


Başrol oyuncuları Jean - Louis Trintignant ve Emmanuelle Riva, adeta oyunculuk senfonisi sunuyorlar. Onları bir oyuncudan öte, birer insan olarak algılıyoruz. Çünkü karakterlerine öyle derinlik katıyorlar ki, onların birer oyuncu olduğunun farkına varmıyoruz. Sanki karşı dairedeki iki yaşlı insan olduğunu zannediyoruz. Adeta ders niteliği taşıyan oyunculuklarına ödüllü bir filmle yön vermeleri, belki de onlar için mükemmel bir final niteliği taşıyor. Yan karakterlerden birinde gözüken Isabelle Huppert, filmin içinde varla yok arası bir konumda. Bu filmi onun için izleyecekseniz, bence yanlış tercih yapmış olursunuz.

Sonuç olarak Haneke mükemmel anların olduğu, zor izlenebilen ama diğer filmlerine oranla az sertlikte bir filme imza atıyor. Belli ki konusu ona ilginç geliyor ama yaşlı insanlarla yaşayan kişiler için pek de farklılık yaratmayan bir filme imza atıyor. Yani bize yeni şeyler söylemiyor. Bu yüzden de filmografisinin en iyi filmine imza attığını söyleyemeyiz. Yine de eli yüzü düzgün, dokunaklı bir film sizleri bekliyor...






Silver Linings Playbook (2012)




Silver Linings Playbook: Arızalı İnsanların Mutluluk Oyunları

            Amerikan sineması son yıllarda konu sıkıntısı çektiğinden dolayı; çizgi roman karakterlerinin filmleri, yurt dışında başarılı olmuş (hatta başarılı olmasına da gerek yok.) filmlerin yeniden çevrimleri ve şöhretli insanların biyografilerinden uyarlanan filmlere yönelmiş durumdalar. Tabii bu nedenle Amerika’nın sinema yapısı, belli başlı bazı örnekler dışında gün geçtikçe kötü filmler çöplüğüne dönüşmeye başladı. Bu sıkıntılı durumdan dolayı son on sene içinde Amerika yüzünü bağımsız sinemaya döndürmeye başladı. Bir nevi Amerikan sinemasının kurtarıcısı olarak görülen bu düşük bütçeli yapımlar, zamanla ivme kazanarak daha çok seyirciye hitap etmeye başlarken, ünlü yıldızlar için de bir tercih nedeni olmaya başladılar.

Bağımsız yapımların bu yükselişi, başta Oscar ödülleri olsun, çeşitli festivalin ilgisini çekmeye başladığından dolayı, daha çok bağımsız film izleme şansı yakalıyoruz. Sözün özü onca bağımsız film arasından bu yıl, Oscar’ların gözdelerinden biri olması beklenen Silver Linings Playbook, diğer bağımsız filmlere göre daha çok öne çıkmaya başladı. Gerek oyuncu ödülleri olsun, gerekse iri ufaklı adaylıkları olsun. Ses getiren bir filmin ayak seslerini duyuyoruz.

Hikayesi aslında çok uzak olunan bir konu değil. Kısaca özetlersek; Pat (Bradley Cooper) adında bir adam sinirlerine hakim olamayıp, karısını başka bir adamla uygunsuz olarak basınca, Pat dayanamaz ve adamı hastanelik duruma getirir. Tabii bu durum sonrasında Pat rehabilitasyon merkezine kendini toparlaması için yatırılır. Burada geçirdiği uzun aylardan sonra annesi Dolores (Jacki Weaver), oğlunun iyileştiğini varsayarak onu bu merkezden çıkartır. Bunun üzerine Pat, mahallesine döndüğünde yaşama uyum sağlamakta zorlanır. Çünkü ne davranış bozukluklarını yenebilmiştir, ne de karısına olan takıntısından vazgeçebilmiştir. Bu sorunlu adamı yeni birileriyle kaynaştırmak isteyen Pat’ın arkadaşı Randy, baldızı Tiffany’ı (Jennifer Lawrence) Pat’e ayarlamaya çalışır. Tabii hesaba katılmayan şey, Tiffany’nin de sorunlu geçmişidir. Pat bir yandan karısı Nikki’yi tekrardan elde etmenin planlarını kurarken, hayatına giren Tiffany adlı kızın arasında sıkışıp kalır.  


Hikayeye baktığımızda aslında çok yenilikçi bir şeyler olduğunu söyleyemeyiz. Hatta konuyu okuduğunuzda ağır bir drama ile karşı karşıya olduğunuzu bile sanabilirsiniz. Ancak işin aslı Silver Linings Playbook, kara mizah ile romantik komedi türünü kendi içinde harmanlayarak kendine ait yeni bir dünya yaratıyor. Bu dünyanın içinde kaybolup rahatsız da olabilirsiniz; tam tersine inanılmaz keyif de alabilirsiniz. Ben şahsen keyif alanlardanım. Filmin karakterlerinin vahim durumları öylesine eğlenceli ki, filmi izlerken zaman zaman benim eğlendiğim filme bak diyebilirsiniz. İşte tam bu noktada Amerikan sinemasının neden kurtarıcılarının bağımsız sinema olduğunu anlıyorsunuz: Arıza karakterler...

Son yıllarda bağımsız filmlere baktığımızda arıza karakterler sergisi diyebileceğimiz, tonla karakterle karşılaşıyoruz. Kimileri inandırıcı olup, külte dönüşürken; kimileri ise unutulup gidiyorlar. İşte filmimiz böyle karakterlerle çevrili bir film ve işin güzel yanı filmin genel kadrosu harika oynuyorlar.

Çoğunlukla Hangover filmleriyle tanınan ve irili ufaklı eğlencelik filmlerde boy gösteren Bradley Cooper, belki de ilk kez oyunculuğunu gösterme fırsatı buluyor. Ya da başka bir deyişle büyükler liginin dikkatini çekiyor. Oynadığı Pat karakteri, sürekli sorun çıkartan, huysuz, inanılmaz derecede takıntılı bir karakter olmasına rağmen Cooper ne yapıp edip, bu karakterin aynı zamanda sempatik olmasını da sağlamış. Karakterinin derinlerine inip onu gerçek bir insan haline getirmek kolay iş olmasa gerek ki, bu sene ödül törenlerinde bolca ismini duyuyoruz.


Tabii tüm övgüleri Bradley Cooper’a vermemek lazım. “Winter’s Bone” ile genç yaşta aldığı Oscar adaylığından sonra “Hunger Games” ile ününü pekiştirmeye başlayan filmin kadın oyuncusu Jennifer Lawrence, canlandırdığı Tiffany karakteri ile hem bir yandan güzelliğini sergilerken, bir yandan da meydan okurcasına Cooper’dan geri kalır yanım yok, ben daha arızalıyım demeyi başarıyor.

Özellikle son dönemdeki sönük işleriyle sinemaseverleri hayalkırıklığına uğratan usta oyuncu Robert De Niro’nun, uzun süreden beri en iyi oyunculuğuyla karşı karşıya olmak bile filmi izlenebilir kılan etmenlerden sadece biri sayılabilir. Bahis düşkünü, totemlere inanan baba karakteri, ana karakterlerden geri kalmayarak adeta filmin zaman zaman önemli rengi haline geliyor.

Animal Kingdom ile sükse yapıp Oscar’a aday olan Jacki Weaver, Rush Hour serisini çektikten sonra uzun süre ortalıkta pek gözükmeyen düşük çeneli Chris Tucker olsun, bir dönemin yeni Scarlett’ı ilan edilip sonra potansiyelini aşamayan Julia Stiles olsun, filmin her karakteri baş başına ayrı bir fenomen sayılabilir. Özellikle son saydığım bu üç oyuncu, sade oyunculuklarını elden bırakmayıp, diğerlerinin parlamasını sağladıkları için ayrı ayrı takdiri hak ediyorlar.


Filmin yönetmeni David O. Russell’ı ise henüz iki yıl önce çektiği Fighter filmiyle hatırlayabiliriz. Hatırlarsanız o filmde de güçlü oyunculuklar önplana çıkıyordu. Hatta Fighter filminin en çok konuşulan sahnesi haline gelen boksörümüzün kız arkadaşı ile annesi ve kız kardeşlerinin atışma sahneleri, bu filmin habercisi gibiymiş. Yine arızalı bir ile aile tablosunu bizlere gösteren yönetmen, belli ki bu tip aileleri ete kemiğe büründürmekten hoşlanıyor. Böyle harika bir şekilde hayata geçirebiliyorsa kim itiraz edebilir ki?

Silver Linings Playbook’un dünyasındaki insanların inandıkları şeyler sayesinde kendilerince oynadıkları mutluluk oyunları, senaryonun sürükleyici bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. Özellikle filmin sonlarındaki büyük iddianın sonuçlarının ne olacağını düşünmek bile filmi izlemek için bir neden haline geliyor. Bradley Cooper ile Jennifer Lawrence ikilisinin dans sahneleri, beladan kaçmak isterken sürekli başı belaya giren Pat karakterinin düştüğü durumlar arasında, garip bir aşk hikayesinin varlığı, filmi her adımında ilginçleştiriyor. Özellikle de belli klişelere yüz vermeyip, akıllı hamlelerle beklenmeyen hamleler yapması filmin albenilerinden sayılabilir.

Kendi içindeki ironik sahneleri, kendine has karakterleri ve vaat ettiği eğlenceyi düşündüğünüzde, bu senenin izlenmesi gereken filmlerinden birisiyle karşı karşıya kalıyoruz. Filmi başka filmlerle karşılaştırmak istesem de, aslında içinde barındırdığı özellikleriyle Amerikan bağımsızlarının son on senesinden küçük küçük kırıntılar barındırıyor. Takıntılı insanların garip hayatlarına tanık olmak isterseniz ya da takıntılı derecede filmlere bağlıysanız bu sene kaçırmamanız gereken filmlerden biri de: Silver Linings Playbook’tur.




9 Ekim 2012 Salı

Looper


Sinemanın gelişimi son yıllarda iyice belirginleşmeye başladı. Özellikle de aksiyon filmlerinde ve bilim kurgularda neredeyse yapılmayacak bir şey yok. Bu yüzden de insanlar daha az beğenir oldular. Daha önce görmedikleri şeyleri görmek istiyorlar. Bu yüzden de daha önce yapılan işlerin tekrarları çabuk eleniyorlar. Orijinalliğin kıymeti gün geçtikçe artıyor. Özellikle de Hollywood sinemasından bahsettiğimizde, bu tip yapımlar el üstünde tutuluyorlar. 

"Looper", uzun zamandır günümüzün yeni Matrix'i etiketiyle pazarlanmaya çalışıyor. Özellikle en son Inception'ın beklentileri fazlaca üst kademelere çıkarması, diğer bilim kurgu - aksiyon filmleri için zorlu bir görev haline geldi. Özellikle baş rol oyuncuları eski toprak Bruce Willes ve yeni çağın en önemli aksiyon - bilim kurgularında yer alan  Joseph Gordon - Levitt olunca işler farklı bir boyuta taşınır oldu. 


Bu yüzden hemen filmin konusuyla başlayalım. Yıl olmuş 2072... Zaman yolculuğu keşfedilmiş ama kötü niyetli insanların varlığı yüzünden yasaklanmıştır. Ancak bu suç örgütlerini durduramaz. Çünkü bulundukları yıl içinde artık öldürülen cesetleri yok etme işi son derece zorlaşmıştır. Onlar da çözüm olarak "Looper" isimli teteikçileri devreye sokarlar. Öldürülecek olan insan paketlenir ve 30 yıl önceye gönderilir. Burada bekleyen tetikçiler, bu gönderilen insanları öldürür. Böylece cinayetler daha kolay örtbas edilir. Ancak bir looper emekli edilmek istendiğinde, ona kendisinin yaşlı hali ile birlikte altın külçeler bahşedilir. Bu onların emekliliği demektir. Çok ender de olsa, tetikçilerde sorun yaşanır. İşte o anlarda iş çığrından çıkabilir. 

Klasik bir suç - bilim kurgu hikayesiyle baş başayız. "Brick" filmiyle dikkatleri üzerine çeken yönetmen Rian Johnson, anlaşıldığı üzere fragmanlarıyla beklentileri yükselten filmin yönetmeni konumunda bulunuyor. Filmin konusunda 2072 geçse de, filmin çoğunluğu 2042'de geçiyor. Tam anlamıyla kaosa yenik düşmüş bir şehirle karşı karşıyayız. Tetikçiler ıssız bir tarlada gelecekten gelen hedeflerini mıhlarken, gelecek planları yapıp, emekli ikramiyeleriyle neler yapmaları gerektiğini düşünüyorlar. Bir nevi işine odaklanan memur mantığı da denilebilir. Ancak ana karakterimiz Joe, çılgın arkadaşı Seth'in boş bulunması yüzünden ölümüne tanık olunca,  kendi içinde bir sorgulama sürecine giriyor. Psikolojik olarak para için en iyi arkadaşını sattığını düşünen ana karakterimiz, döngüsüyle karşılaşınca arkadaşı gibi tekliyor. Bunun sonucunda malum aksiyonların klasik kurgusu ortaya çıkıyor. Kaç, yakalanma ve işini hallet. 


Filmin enteresan taraflarından biri, gelecekteki haliyle yüzleşen Joe'nun, bu süreç içinde iyi adam olurken, yaşlı halinin kötü adam rolüne bürünmesi... Böylece aslında aynı kişi üzerinden iyi ve kötünün savaşını izliyoruz. Bu da filme değişik bir açı getiriyor. Tabii suç örgütlerinin varlığı ve geleceği kökten etkileyecek olan "Yağmur Getiren" denilen bir şahsın, daha büyümeden yok edilmek istenmesi gerçeği de filmin nefessiz bir aksiyona dönüşmesine ve farklı olayların oluşumuyla da kurgusal bir baş döndürücülüğe ulaşmasını sağlıyor. 

Ancak filmin içindeki bazı karakterlerin hikayelerinin zayıf olması ve sözde geçmişlerinin varlığı, her ne kadar eğlenceli olsa da, bazı açılardan tatmin olamamamızı sağlıyor. Özellikle parlak fikri dışında, çok da yenilikçi olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü zaten "Back to the Future" filminde yapılan bazı şeylerin suç filmine yedirilmiş olanı diye düşünülebilir film. Bu yüzden de sonuna kadar eğlence vaat ediyor. Tabii illa fantastik unsurlar koyayım derken, hafif bir Heroes dizisini andıran temel özellikler eklenmiş. Bunu da hikayeye yedirmek adına, belli olaylardan sonra insanların yüzde 10 oranında mutasyona uğradığı kalıbı geçirilmiş. Bu kalıp sayesinde aslında esas tehlikenin en masum görünen şey olduğunu görüyoruz. Bu da filmin iyice tuhaflaştığı gerçeğini değiştirmiyor. 


Filmin finalinin yetersiz kalması sonucu, filmin çok değişik noktalara gideceğine, tam tersi seyirciye bırakılan bir final seçeneği son derece yersiz bir finalin gelmesiyle, tatminsizliğin doruklara çıkmasına ve evet bu film olmuş demek için çok erken olduğunu bizlere söylüyor. Ben kendi içimde düşündüğümde bile en az üç final bulabiliyorken filme, senaristin böyle gereksiz bir finale baş vurması filmin en önemli handikabı olarak kayıtlara geçiyor. 

Özellikle filmin içinde belli noktalara göndermeler var. Özellikle gelişen ve değişen güç dengelerine değinen bazı göndermeler, filmin zekice hamlelerinden bir kaçı denilebilir. Karakterlerin yaşlı versiyonlarıyla iletişimlerini vücutlarına kazınan notlarla sürdürmeleri, akıllıca noktalardan biri. Özellikle de Çin'in yükselişine vurgu yapılması insanın yüzünü güldürüyor. Bu ve bunun gibi bazı noktalar filmin keyif düzeyini arttıran detaylar denilebilir. 


Sonuç olarak hikaye kurgusu, eğlenceli seyirliği ve geleceğe bakan filmlerin çekiciliğiyle, başyapıt olmasa da, hatırı sayılır bir hayran kitlesine ulaşacağı söylenebilir. Günümüzün teknolojisini iyi kullanan filme, mümkünse büyük beklentilerle gitmemenizi öneririm. Çünkü küçük beklentilerle filmden daha büyük keyif alacağınız aşikar. Özellikle de bu seneki filmlerin ana teması bu olsa gerek. Çok beklenen filmlerden, en iyisini istememek, çünkü bunu isterseniz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. İyisi mi, siz eğlenmek için izleyin bu filmi... 

Not: Yapılan makyaj sonrası Joseph Gordon - Levitt tanınmaz halde. Bazen bakıp bakıp bu adam kim diyorsunuz.


Abe: I'm from the future, go to China. 

***


Joe: I work as a specialized assassin, in an outfit called the Loopers. When my organization from the future wants someone to die, they zap them back to me and I eliminate the target from the future. The only rule is: never let your target escape... even if your target is you.