Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

16 Nisan 2012 Pazartesi

Headshot (2011)



Her insan kaderini kendi belirler. Belki de bu film için söylenebilecek yegane sözü yazımızın başında söylüyorum. Her insanın bir hedefi vardır. Bu yüzden idealist bir yapı içerinde olup, sonuna kadar savaşabilir. Ancak bazı engeller onu kötü yola saptırmaya çalışacaktır. Deyim yerindeyse karanlık tarafa çekecektir. Peki ya çekilirse?


Tayland'ın göbeğinde kirli işlerle mücadele eden korkusuz bir polisin, dış güçlerin kötü planlarının içinde bir piyon haline gelmesini anlatan film, aynı zamanda suçun isteyerek ya da nasıl çıkmazlardan sonra işlenebileceği üzerine yeni şeyler söylemeyi deniyor. Üstelik de bunu Tayland sinemasınca yapmaya çalışıyor. 




Filmimizin konusuna gelirsek; Tul her türlü işe sımsıkı sarılıp, yozlaşan politikacıları, iş adamlarının foyalarını ortaya çıkaran idealist bir polistir. Ancak bir gün başından vurulmasıyla, görüntüleri tepetaklak görmeye başlar. Hayatı bu yönde değişmeye başlar. Her şeye rağmen işine devam eder. İblis kod adlı bir adam ona pis işlere buluşan adamlar hakkında bilgileri paylaşıyordur. Tul, yine iş üstündeyken tuzağa düşer ve Joy isimli bir kadınla bir gece geçirir. Ardından da uyandığında kadın ölü bulunur. Sıkıştırdığı politikacının avukatı şantaj yaparak, davaları çekmesini ister. Ancak Tul öfkesine direnemez ve avukatı oracıkta öldürür. Bunun üzerine hapse girer. Burada fazla yatmadan İblis çıkagelir ve onu özel bir suikast timine dahil etmek istediğini söyler. Bunun üzerine geri dönüşlerle dolu karanlık hayatını izlemeye başlarız. 




Filmin karmaşık kurgusu zaman zaman dikkat dağıtıcı olsa da, pür dikkat izleyen seyirciler adına zengin bir yapının içerisinde olduğunuz düşüncesi hakimdir. Özellikle hapis öncesi ve hapis sonrası olmak üzere filmi iki bölümde inceleyebiliriz. Ancak ben bunu yapmak yerine bazı önemli noktalara değinmek istiyorum. 


Bunlardan biri ortağıyla baskınlara giden saf ama inatçı polis yaşamı... Bu kısım her an tuzağa düşmeye hazır bir karakterken, hapis sonrası aşkın kollarında hayat bularak yaşama tutunan bir adam halini alıyor. Ancak sevgilisinin ölümüyle karanlık bir adamın varlığı ortaya çıkıp hüküm sürüyor. Zaten filmin içinde de "Ben adam öldürebilirim ama haydut değilim." derken aslında doğruluk için karanlığa bulaştığı belli bir adamdan bahsettiğimizi anlayabilirsiniz. Son bölümde ise huzuru arayan bir adamın, bulaştığı pisliği temizlemesini izliyoruz. Malum hayat bir intikam oyunu ve kimden alacağını bilemiyorsun. 




Filmin belki de en büyük esprisi karakterin kafasından vurulduktan sonra görüntüleri ters görmesi olmuş. Ancak bu özelliği yeterince iyi kullanamıyor film. Tamam bazı kareleri çok iyi yakalamışlar bu özellik sayesinde ama hikayeye pek katkısı olduğunu söyleyemeyeceğim. Sadece biraz replikler için fırsat yaratılmış, biraz da ayrıntılar için koyulan bir özellik gibi olmuş. Örnek vermek gerekirse televizyonun ters çevrilerek izlenmesi denilebilir. 


Filmin içinde iki tane aşk teması var. Birisi femme fatale gibi başlayan ama daha sonra kurbanına aşık olan kadının yani Tiwa ile Tul'un ilişkisi... Bu ilişkinin içerisinde uyum sağlanıyor ancak, kara filme doğru gidebilecek bir yapıyı bu bölümde kaybediyor film. Hatta ikinci şans da var. Diğeri ilişki olan Rin - Tul ilişkisinde de femme fatale unsuru var ama nedense bu çok bariz silah kullanılmamakta diretiliyor. Hatta kullanılsa da, sonrasında yok aslında öyle değil olay gibi bir klişeye dönülüyor. Bu da filmin bozuk, oturmamış yerlerinden sayılabilir. 




Baş rol oyuncusu Nopachai Chaiyanam yani karakterinin adıyla Tul, son derece karizmatik bir adam profili çizerek, filmin ağır yükünü omuzlarında taşımış adeta. Yönetmen Pen-ek Ratanaruang ise genel problemini aşamamış. Öbür filmlerinde de gördüğümüz üzere, olmamışlık ve başlarda iyi giden filmin zamanla ritm duygusunu yitirmesi esasına dayanarak olgunlaşmamışlık hissi yaratması, yönetmenin potansiyelini zedeliyor. 


Yine de sonuç olarak ilgi çekici bir fikre sahip olsa da, seyircileri yeterince tatmin etmeyen bir filmle karşı karşıya kalıyoruz. Belki bazı açılardan izlenmesinde fayda olabilir ama ne yazık ki vasatı aşamayan bir film olmaktan kurtulamıyor. Yönetmen belki de bir sonraki filminde şeytanın bacağını kırabilir... 




Tul: Evlenelim mi?
Tiwa: Ama ben pek iyi bir insan değilim.
Tul: Ben zaten iyi insanları sevmem, erken ölürler.










Hiç yorum yok: