En çok "La Haine" filmiyle tanınan yönetmen - oyuncu Mathieu Kassovitz, geçmişte yaşanan bazı olayları kaynak olarak kullanarak dışarıya aslında teröristlerin taşkınlığı olarak lanse edilen gerçek olayların perde arkasını kurmaca bir filmle gün yüzüne çıkartmayı çalışıyor. Üstelik bunu yaparken her iki tarafın da sözlerini dinlemeye çalışıyor.
Filmin konusuna kısaca göz atalım. Fransa'ya bağlı olan adalar ülkesi Yeni Kaledonya'da bir grup milis, bir köydeki 11 jandarmayı rehin alıp, birkaç kişiyi de öldürmüşlerdir. Bunun üzerine Fransız birlikleri olaya müdahale etmek üzere adaya hareket ederler. Bu tip olaylarda tecrübeli olan özel harekatçı jandarma birliği, arabuluculuk edip olayları kansız halletmeye çalışacaklardır. Bu özel birliğin başında Yüzbaşı Philippe Legorjus bulunacaktır. Kısa bir süre içinde olayları inceleyen özel tim, İsyancılarla yüzleşmek üzere keşfe çıkarlar. Ancak bu arabuluculuk girişimi bir anda sekteye uğrar. Çünkü av yapmak isterken, bir anda Philippe ve altı adamı rehin konumuna gelir. Ancak Philippe ılımlı yaklaşarak olayı yumuşatmaya çalışır. Zaman geçtikçe işler yoluna gireceği sırada, devreye politikacılar girer ve seçim öncesi olduğundan olaylar karmaşık bir hale gelir.
Bir nevi seçim öncesi koz sahibi olmak isteyen politikacıların satranç hamleleri yüzünden karanlık bir katliama dönüşen bu trajik olayın, perde arkasında bir dostluğun yattığını kim tahmin ederdi. Operasyonun başlamadan önceki son güne kadar barış içinde giden bu yakınlaşmanın, son gün nasıl bu faciayı yarattığını, olayın yaşandığı günün on gün öncesine giderek film içinde incelemeye başlıyoruz.
Askerlerin bir piyon olarak kullanıldığı politik çıkarların ön plana çıktığı olaylar zincirine odaklanıyoruz. Askerler tarafından İsyancı gözüyle görünen kişiler, politikacıların gözünde terörist ve kendi halkının gözünde sadece kendi ülkesine sahip çıkmaya çalışan bir grup aile babası olduğunu görüyoruz. Hiç kimse kan dökmek istemiyor. Ölen jandarmaların sorumlularını teslim etmeye razılar, hatta rehineleri bırakmaya bile hevesliler, ancak bunları yapabilmeleri için davaya ihanet etmeden bir yol izlemek istiyorlar. Bu yol da tek bir şarttan geçiyor: O da bağımsızlıklarının onlara verilmesi...
İşte o anda Fransa'nın pek işine gelmiyor bu. Onun yerine terörist etiketiyle insanları öldürmek aslında tek hedefleri, ne de olsa en uzlaşmacı tavırları bile savaş istiyor. Bu gözleri kana susamış politikacıların oyunlarının arasında bir piyona dönüşen yüzbaşı Philippe'nin son ana kadar çırpınışlarını gördükçe insan aslında duyduğunuz her şeye inanmamamızı öğütlüyor. Ne de olsa televizyon sadece verileni gösteren bir mecra sadece. O dönemde internet de yok. Çünkü filmimiz 1988'li yıllarda geçiyor.
Şu ana kadar anlattıklarım size de tanıdık gelmiyor mu? Aslında gözümüzün önünde olan olaylardan pek farkı yok gibi. Bir nevi Uludere? Tabii bu işi ülkemizle ilişkilendirmeden sadece Fransa'ya baktığımızda dahi, o yasayı çıkartmak için çırpınan bir grup Fransız'ın kendi ülkesine yaptığı kötülükleri göremiyor mu acaba? Sırf seçimler uğruna bir grup insan göz kırpılmadan katledilirken, hatırlanan tek şey, çözülemeyen basit bir kriz gibi lanse ediliyor. Biz buna politika diyoruz sanırım.
Son derece insanın içine işleyen müzik kullanımı, Apocalypse Now'a selam çakan helikopter sahneleri, muhteşem görüntü yönetmenliği ve militarist bir politik gerilimin sizlere sunabileceği her tür hüneri sergileyen bir filmle baş başayız. Kassovitz, bu filmiyle son dönemdeki vasat filmlerini unutturur şekilde çok formda. Belki bir La Haine değil ama son derece tutarlı bir politik gerilime imza attığı kuşkusuz bir gerçek...
Filmin süresinin 135 dakika olmasına rağmen, kurgusu ve sürükleyiciliğiyle akıcı bir film İsyan... Üstelik unutulmaz bir baskın sahnesine sahip bir film. Baskın sahnesinde kullanılan aktüel çekim tekniği, ormanın içinde doğanın tüm dezavantajlarını artıya çevirerek, gerilla atmosferini bizlere sunmayı başarıyor. Plan-sekansın harika bir kullanımını görebiliyoruz.
Sonuç olarak Fransa'yı kendi içinden birinin eleştirmesi, belki de diğer tüm eleştirilerden daha değerli oluyor. Politik filmlerden hoşlananlar için biçilmiş kaftan olduğu gerçeği var. Ben şahsen bu tip filmleri sevenlere tavsiye ederim. Bu türe yakın değilseniz ve uzun süreye dayanamam derseniz de, saygı göstermekten başka bir şey yapamam.
Phillippe Legorjus: Truth hurts but lies kill...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder