Bazen patikalı bir yoldan yürürken binaları seyretmektir sinema... Görkemli mimarilere hayranlıkla bakmaktır. Jane Eyre de görkemli bir mimari gibi. İçinde çok az şey barındırdığını zannediyorsunuz. Sanki sandığa kapatılmış bir mücevher... İçindeki cevherleri sürekli içine atıyor. Dışarı bırakmaya yeltenmiyor. Yavaş yavaş, salına salına süzülüşünü izliyorsunuz.
Masum küçük bir kızın, zalimlerin arasında kalışına tanık oluyoruz öncelikle. Sonrasında sevginin hapsolduğu bir yere varıyor yolculuğu. Sevgi, kapalı kapıların ardına kilitlenmiş. O içeri süzülerek, istifini hiç bozmadan renk vermeye çalışıyor. Hem kendi dinginliğinin içinde sakinleşiyor. Hem de öfkenin duruşunu bozuyor. Saklanan gölgeler, masumiyetin arkasına saklanıyor. Bir anda bir ışık gözlerine, aşkın gözleri kör eden ışığı... Gözlerini kısıyor, bakamıyor yanındakine. Bir gün ışık aniden söndüğünde, ne yapacağını bilemiyor ve koşmaya başlıyor. Zaman köleliğin kırbacı oluyor. İz bırakmadan kamçılıyor masumiyeti. Sonra bir el uzanıyor, ne olduğu bilinmeyen. Tutmamak nezaketsiz olur ki, geri çevirmiyor uzanan eli. O el, eline değiyor. Aydınlanma başlıyor. Her karanlığın bir aydınlığı vardır. O da o aydınlığa uzanıyor. Zaten karanlık ne demektir ki insan için? Karanlık, yeterince aydınlığın girmediği yerdir.
Mia Wasikowska duru, sade oyunculuğunu, melekleri andıran yüzüyle birleştiriyor. Michael Fassbender'in sıkışmış adama verdiği hayat, sıyrılıyor hikayeden. Diğer oyuncuların da bu ikiliye ayak uydurmaya başlamasıyla, karşımıza bitmeyen bir şölen çıkıyor.
Fukunaga'ya teşekkür etmek gerekiyor. İyi oyuncu yönetimi ve insanı sıkmayan yönetmenlik becerisi için. Buffuni'nin mükemmel roman uyarlaması, Goldman'ın da incelikli görüntü yönetimi için...
Jane Eyre, zamanını son derece iyi kullanıyor. İçinde bulundurduğu basit ama acıklı hikayeyi sonuna kadar zenginleştiriyor. Kaybolmuşluğun, ait olamamanın, unutamamanın, içine atmanın adeta bir resmini çiziyor. Filmin içinde tıpkı Jane'in yaptığı gibi.
Ne denir bilinmez ama insan büyüleniyor, bu dönem filminin içerisinde. Herkese tavsiye edilmez tabii ki bu film. Sadece hissetmeyi sevenler için, hafif tebessüm edip, ağlamamaya çalışanlar için bu film.
Belki de 2011'in aşk filmidir kendisi.
Kendimde kısaca özetlersem Jane Eyre'yi:
Yakınken uzak olmanın, uzakken dokunamamanın endişesini anlatıyor. Temiz yüzlü bir kuğuya benziyor sineması...
Başınızı sevdiğinizin göğsüne yaslayın ve uyanın artık... Her şey için çok geç olmadan...
Rochester: Pilot. Who's there? This hand. Jane Eyre. Jane Eyre.Jane Eyre: Edward, I'm come back to you. Fairfax Rochester with nothing to say.Rochester: You're altogether a human being Jane.Jane Eyre: I conscientiously believe so.Rochester: I dream.Jane Eyre: Awaken then.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder