Bazı insanlar aşkları için fedakarlık yaparlar. Kimisi hayatını sevdiğine endeksler, onun biçimlendirmesine göre hayatını şekillendirir. Kimisi için arkada kalmak fedakarlıktır. Sevdiğine uzaktan bakmayı tercih eder. İşte bu tercihler insanların zayıflıklarını ortaya çıkarır. Çünkü insan zayıflıkları sayesinde acizdir. Bu yolla güçlü olmayı öğrenir. Bu eski zamanlardan beri böyle gelmiştir. Belki de bu yüzden "W.E."'nin yönetmeni Madonna bu hikaye üzerine yoğunlaştı ve sevdiğiniz için ne kadar ileri gidebilirdiniz sorusunu yöneltti bizlere.
King's Speech tüm dünya üzerinde çok sevilen bir hale geldi. Birçok festivalde ödülleri topladı. Özellikle de Amerika'da insanları büyüledi. Bu kekeme kral hikayesinde arka plana atılan bir yan hikaye vardı. Kral George'un krallığa hazır olmadığı dönemde aslında ilk varis Kral Edward'dı. Ancak kraliyet ailesinin hoş görmediği evli bir kadınla ilişkisi olan Edward, bu kadın için kraliyeti reddedip, kral hakkını kardeşine devrederken, kekeme kral efsanesi doğuyordu. İşte bu süreci başlatan Edward'ın aslında krallığı reddetmeye varan bir aşk hikayesi vardı. İlgi çekici olan da buydu işte.
Bu hikayeyi belki de erkek gözüyle anlatılabilirdi ama yönetmen Madonna olduğu için o kadınların gözünden bakmayı tercih etti. Çünkü aslında önemli olan fedakarlığı kimin yaptığıydı. Mükemmel hayatını reddedip gelen Kral Edward mı daha fedakardı, yoksa İngiltere'nin en nefret edilen kadını olmayı göze alan Wallis isimli kadın mı? İşte temelinde insanların göremediğini görmeye çalışıldı. Bu kadın gerçekten kimdi ve tarihe damga vurabilecek nitelikteydi? Zamanın akışını değiştiren bu kadına yakından göz atmak istedi belki de.
Tabii bunca detayı görürken, aslında hedeflenen bu olayı bir dönem filmine hapsetmek değildi. İç dünyaların keşfetmekti. Bunca olaydan sonra kendi içlerinde depresif bir kırılganlığa varan bu travmatik olayın ardındaki gerçekler nelerdi? Bu gerçeklerin temelinde gerçekten bir aşk hikayesi mi vardı, yoksa hatalar zincirinin dolarak insanların boynuna dolanmasını mı izlemiştik? Bu ve bunun gibi soruların cevapları, belki de bu olayı psikolojik ve içsel bir yolculuğun içinden geçip analiz etmekte yatıyordu. "W.E." de bu tezi sorgulamayı deniyor.
Filmin konusuna kısaca değinmemiz gerekirse; filmimizin iki kadının farklı olaylarını iç içe geçirmeyi deniyor. Hayattaki inişleri, çıkışları, mutlulukları, hüzünleri, travmaları... İki kadının ismi de aynı Wallis ya da Wally... Bu karakterlerden biri kraliyet tahtını sevdiği kadın için terk eden Edward'ın müstakbel sevgilisi Wallis... Diğer kadın ise kraliyetin en sevmediği kadından ismini alan Wally... Annesi ona bu ismi vermiş. Yakın dönemde kocasıyla problemler yaşıyor. Başarılı kocasının gölgesi altında, sadece bir kuklaya dönen Wally, bir çocuğunun olmasını istiyor. Ancak kocası onun baskısından sıkıldığından başka kadınlarla aldatıyor onu. Wally ise Wallis'in eşyalarının açık arttırmaya sunulduğu bir müzayedeye gidiyor. Burada Rus güvenlik görevlisi Evgeni ile yakınlaşıyor. Bu iki kadının yaşamları paralel bir şekilde iç içe seyirciye sunuluyor.
İki kadının da başlarındaki dertler, erkeklerden çektiği dertlerden kaynaklanıyor. Wallis ilk kocasından dayak yiyerek çocuğunu düşürüyor. Kocasının işkencelerine dayanamayan Wallis onu terk ediyor. Bir davette tanıştığı prens Edward'a gönlünü kaptırıyor. Tabii Edward da ona boş değil. Ancak belli tabuların kıskacında kaybolmaya müsait insan ruhları, zorlukların engebeleri altında boğulmamaya çalışıyor. Edward da başka bir insan olmak istiyor. Bu yüzden de kendi adı yerine David ismini kullanıyor. Böylece ait olmadığını düşündüğü kraliyete karşı içsel bir isyanda bulunuyor. Nitekim bu içsellik, daha sonra dışavurum sonucunda faal bir hamle oluyor.
Diğer kadın Wally ise kocasının oyuncağı gibi. Güzelliğini davetlerde gösterecek, sevişilecek ama kadınca isteklerde bulunmayacak... Hatta değer verdiği bazı eşyaları almak istese dahi, bu statü sorununa dönüşecek. Çünkü Wally, kocası istediği için çalışmıyor. Böylece kontrolü ona veriyor. Tabii bunca kontrol, güç bir erkeğin egosunu olabildiğince şişirince, doğal olarak Wally'nin sahibi sanıyor. Bu nedenle de aldatmalar, hoşgörüsüzlükler ve tahammülsüz bir zihniyet ortaya çıkıyor. Çünkü erkekler hükmeder ve ne isterse o olur.
Wally ise kırılgan bir kadın sonuçta. Sevgiyi, ona sahip çıkabilecek bir erkeği arıyor. Onun değerlerine sahip çıkacak bir adamı arıyor. İşte o anda bir güvenlik görevlisi, tüm özgüveniyle kendini Wally'e adamaya başlıyor. Onu kaybettiği eşine benzetiyor. Bu yüzden de iki kat değerli bakıyor. Wally'nin değer verdiği iş hayatına, ilgisine destek oluyor. Bir kadının belki de aradığı en büyük desteği ortaya koyuyor.
Madonna, bu kırılgan kadınların hayatlarını paralel bir kurguyla, muhteşem görüntülerle bir araya getiriyor. Film ilk karışık gelebilir. Çünkü kurgusundaki oyunlar, zaman zaman görsel anlatımın doruklara yerleştiği ve diyalogların anlamsızlaştığı bir serüvene dönüşüyor. Abbie Cornish, Andrea Riseborough, Richard Coyle ve James D'Arcy, olgun oyunculuklarıyla filmi sürüklemeyi iyi beceriyorlar. Filmde kullanılan kimi planlar, görsel bir ziyafet çekmenize neden oluyor. Bu yüzden de görüntü yönetmeni Hagen Bogdanski, sanat yönetmeni Steven Lawrence çok iyi işler çıkarmışlar.
Filmin senaryosunda belli sorunlar var ama yine de görselliği ile izlenmeyi hak eden bir film. Çok sözler ediliyor, ama siz izlemeden karar vermeyin. Bu yaralı aşk hikayesine odaklanın, kadın cephesinden iyi bir drama izleyin. "W.E" ilk tahlilde denenmesi gereken bir deneyim. Bana göre senaryosu dışında, uzuzn süresi biraz falso olabilir, yine de kendini izlettiriyor. İyi seyirler...
Edward: How do you find living in England Mrs Simpson?
Wallis Simpson: I'm always cold.
Edward: Maybe you need someone to keep you warm?
Wallis Simpson: Isn't that what husbands are for?