Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

23 Eylül 2012 Pazar

Babamın Sesi (2011)


Bir ailenin dramanı en iyi nasıl gözlemleyebilirsiniz diye sorulduğunda, cevap belki de içinde yaşayarak olabilir. İşte bu düşünceden yola çıkarak gerçek bir hikayenin kahramanları gerçek insanlar oluyor. Üstelik filmin iki yönetmeninden birinin de rol aldığı film, Köprüde Buluşmalar'dan iki ödül birden alıp projenin desteklenmesi sağlanmıştı.

Bununla paralel olarak film galasını Rotterdam film festivalinde gerçekleştirdi. Film gösteriminden sonra filmin yönetmenlerinden Zeynel Doğan yoğun ilgi gördü. Çünkü filmin kanlı canlı baş rol ve gerçek karakteri kendisiydi. Belli ki, gerçeklik Avrupalı'yı cezbetmeyi başarmıştı. Tabii her ne kadar ilgi çekici olsa da filmin ağır temposundan dolayı 26 kişi de salonu terk etti.

Şimdi o filmin kısaca konusuna bakabiliriz. Zeynel ve hamile karısı Gülizar Diyarbakır'da yaşarlar. Zeynel'in Elbistan'da yaşayan annesi Base, Zeynel çalışmaya başladığından beri kış aylarını onun evinde geçirir. Babası Mustafa ise, yıllar önce, Maraş Katliamından canını zor kurtarmıştır. Bu olaydan sonra iş bulmakta zorlanınca Arabistan'a vinç operatörü olarak çalışmaya gitmiştir. O dönemde köyde okuma-yazma bilen az olduğu için, ailesine mektup yerine ses kasetleri göndermiştir. Ailesi de aynı biçimde, ses kasetleri doldurarak ona cevap yollamıştır. Ayrı geçen yıllar boyunca aradaki en güçlü bağ bu seslerdir. Mustafa bir iş kazasında ölmüş olmasına rağmen şu anda bile ailesinin hayatını etkilemeye devam eder. Zeynel'in elinde sadece bir tane kaset vardır. Babasıyla ilgili bazı duyguları bu kasetten edinir. Babasının kendilerine karşı ilgisini; yanlarındaymış gibi konuştuğunu fark eder. Şimdi ise kendisi baba olmak üzeredir. Sık sık bu sesleri dinler. Babasının kendisiyle kurmaya çalıştığı iyi ilişkinin etkisine girer. Annesinde başka kasetler olduğunu hatırlar ve onları bulmak için Elbistan'a gider.




"İki Dil, Bir Bavul" filminin yönetmenlerinden biri olan Orhan Eskiköy, bu sefer yanına Zeynel Doğan'ı alarak filmini çekmiş. Zeynel ile çalışmasının başlıca nedeni Zeynel'in gerçek hikayesini anlatması denilebilir. Böylece yine belgesele yakın duran kurmaca sahnelerle dolu bir film yaratmayı başarmışlar. Nitekim ne kadar kurmaca olsa da, filmimiz belgesel nitelikli bir iş olarak değerlendirilebilir. 

Filmin konusunda geçen hikaye son derece ilgi çekici gibi görünse de, maalesef film aynı ilgi çekiciliği yakalayamıyor. Özellikle konusunda geçen çoğu şey, aslında sadece ince bir şekilde değinilen, dikkatsiz seyircilerin gözden kaçırabileceği ayrıntılarla donatılmış. Buna ek olarak filmdeki görüntülerin temeli anne Base'nin günlük yaşantısından kesitlere, babadan kalma eski kaset kayıtlarına ve birkaç kurmaca sahneye dayanıyor. Bu filmin ağır tempolu ve seslere yoğunlaşan bir film olmasına yarıyor. 





Yani filmin görselliği son derece yetersiz kalıyor. Bu yüzden de etkiliyicilikten uzak, amatör işi gibi görünen bir işe denk geliyor. Aslında bir radyo oyunu şeklinde yazılsa, daha başarılı bir iş çıkartılabilirmiş. Tabii günümüzün popüler mecrası sinema ile seslerini daha çok duyurabileceğini düşünen yönetmenler, her ne kadar sinema filmi yapmaya çalışsalar da, sinema yapmayı başaramıyorlar. Verilen kareler ne estetik anlamda başarılılar, ne de anlattığı hikaye bakımından tatmin ediciler. 


Belki de ilk filmde olduğu gibi belgesel yönünden ele alınsa film, derdini daha çok anlatabilen bir filme dönüşecekti. Üç karakter üzerinden anlatılan hikaye, uzun metrajdan öte kısa metraja hitap ediyor. Gereksiz yere film uzatılabilmek adına ağır, uzun planlara yer verilmiş. Yönetmenler istedikleri kadar bu bizim tercihimiz desinler. Tarkovski göndermeleri yaptık desinler, hepsi palavra. Bildiğimiz ve gördüğümüz şey aynı. Bu bir filmden öte eskiz çalışmasından öteye gidememiş. 




Hani denir ya, herkes hayatına film gibi der, ama her insanın hayatı film yapılmaz diye. İşte bu film, bariz bir şekilde bunun örneği olmuş. Bu hikaye sinemaya uygun değil. İlgi çekici bir hikaye hiç değil. Konusunu parlatarak, süsleyerek film yapılmıyor. Sinemaya giden insan görmek ister, bu film ise göstermemek adına yapılmış kişisel bir videonun ötesinde değil. 

Sonuç olarak ilk filmiyle potansiyelini belli eden bir yönetmenin fiyasko bir ikinci film denemesiyle karşı karşıyayız. Sıkıcı, zaman kaybı olmaktan öteye gidemeyen, derdini de tam olarak anlatamayan başarısız bir film olduğu gerçeğini saklayamayacağım. Uyumak istiyorsanız gidin, ama sinemaya aşıksanız bu filmden uzak durun derim. 

Not: Adana Altın Koza film yarışmasından en iyi film ödülüyle döndü. Ancak sinemaya değil, politik söyleve verilen bir ödül olduğu aşikar. Hatta filmin bir senaryosunun tam olmadığı da söylenebilirken, filmin en iyi senaryo alması da, kusura bakılmasın ama senaryoya ihanettir. 









Hiç yorum yok: