İnsanlar eski zamanlardan bu yana türlü şeylere inandılar. Kimileri bunu din diye lanse etti. Kimileri ise sihir olarak... Sonuç olarak insanlar bir şeylere umut bağlamaya başladılar. Yapılan hileleri görmezden gelerek, mucizelerin olmasını düşlediler. Bu yüzden de koca bir aptal olduklarını anlayamadılar. Tabii aptallık da göreceli bir kavram sonuçta. İnsanların öncelikli olarak nelere inandıkları kendilerini ilgilendirir.
Red Lights, bizi medyumların, sihirbazların dünyasına götürüyor. Hani sürekli aynı şovu yapıp, bir türlü nasıl yapabildiğini anlayamadığımız insanlar... Onların tabirleriyle bu küçük oyunlar meslek sırlarıdır. Tabii bunu söyleyen kişiler bir anlamda sihir değil, göz yanılmasından ibaret olduğunu söylerler her şeyin. Bu yüzden de onların büyük şovmenler olduğunu düşünürüz. Tabii kendi söylediklerine kapılıp, aslında kendilerini Tanrılaştıranlar da yok değil... Bu tip kişilere ise sahtekar diyoruz. Aksi halde onları hak etmedikleri şekilde konumlandırırız.
Filmimizin konusu da bu gerçeklerden yola çıkıyor. Margaret Matheson ve Tom Buckley, medyum, sihirbaz, psişik olduğunu iddia kişilerin açıklarını bulup, sahtekarlık yapıp yapmadıklarını tespit ettikleri bir işleri vardır. İkisi de akademisyendir. Üniversitede bu konuda dersler verirler. Margaret bu konuda tam bir kurtken, Tom, kariyerini daha da ilerletebilecekken, Margaret'in asistanı olmayı seçmiştir. Belki de o sadece işini seven birisidir. Bu ikili sahtekarları bir bir ortaya çıkarırlarken, medyumların tepkilerini çekmektedirler. Çünkü rahat davranmaları böylece sınırlandırılıyordur. Şehri yıllar önce terk eden ünlü medyum Simon Silver'ın gelmesiyle, bu ikili hemen harekete geçerler. Hedefleri şu ana kadar hiç açık vermeyen bu adamın sırlarını öğrenmektir. Ancak sırları öğrenmeye başlayınca bazı doğaüstü olaylar baş göstermeye başlar.
Filmin oyuncuları kusursuz performanslar sergiliyorlar. Sigourney Weaver, Robert De Niro, Cillian Murphy tek kelimeyle döktürüyorlar. Özellikle De Niro'nun uzun zamandır kötü filmlerde oynadığını düşünürsek, bu filmin ilaç gibi geldiğini söyleyebiliriz. Arızalı karakterleri canlandırmaya bayılan Murphy ise yine takıntılı bir karakteri oynuyor. Nereden geldiği belli olmayan bu gizemli karakterin geçmişine dair bir sürü iddia ortaya çıkıyor. Ancak ne olduğunu tam anlayamıyorsunuz. Üstelik karakteri ne kadar gizemli olsa da, seyirciye yakın duruyor. Bu yüzden de onun yanında yer alamaya başlıyorsunuz.
Film ne kadar doğa üstü olaylara bilimsel gerçekler arasa da, aslında Tanrı'nın varlığını da alt metin olarak sorgulamaya çalışıyor. İnsanların Tanrıcılık oynama takıntılara değinerek, aslında umudu Tanrı dışında birinden arayan insanlara yöneliyor. Dünyanın büyük bir kısmının bu tür yetenekte olduğunu iddia eden insanlara inandığı düşünülürse, medyum diye bir din kursak büyük dinlerden biri haline gelebilirdi herhalde. İnanç hususunda toplumsal bir eleştiriye soyunan film, aynı zamanda belli bir tutkunun üzerine verilen çabayı seyircine göstermeyi hedefliyor.
Filmin renk dokusu bir anlamda farklı renklerdeki paletleriyle, görsel anlamda etkileyici bir portre sunarken, filmin kısa bir kısmında belgesel anlatıma geçilerek, filmin dünyasında olayların insanlara nasıl yansıdığını tüm çıplaklığı ile yansıtıyor. Mekanların değişkenliklerine göre renk paletinin değişmesi filmin farklı renklerden oluşan karakterleriyle paralel olmasa da, görsel anlamda tatmin olucu sonuçlar çıkarıyor.
Sonuç olarak sürpriz finaliyle (belli bir yerde tahmin edilebiliyor ama o anı kaçırın daha iyi olur), iyi oyunculuklar ve temiz görüntüleriyle vasatın üstünde iyi bir filmle karşı karşıyayız. Gerilim filmlerini sevenler için yeme de yanında yat denilebilecek bir film... Sinemaseverlere tavsiye edilir.
Margaret Matheson: There are two kinds of people out there with a special gift. The ones who really think they have some kind of power. And the other guys, who think we can't figure them out. They're both wrong.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder