Her insan hayatını yaşantısı farklıdır. Kimileri sade bir yaşamı tercih ederken, kimilerinki ise gösterişlidir. Lüks zevklere sahiplerdir. Hikayemizdeki insanlar ise ilk kategoriye giriyorlar. Çünkü hayatlarında basit istekleri var. Bu yüzden de insanlarla iletişimleri son derece yalınken, kendi içlerinde de olabildiğince absürtler.
"Rumba" isimli filmle hatırı sayılır bir kitleyi güldürmeyi başaran Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy üçlüsü, bu sefer de insanları kendilerine özgü mizah tarzlarıyla güldürmeyi başarıyorlar. Üstelik bu samimi sıcacık filmi yaparken, olabildiğince az diyaloğa yer vermeye çalışıyorlar. Ne de olsa sinema görüntü sanatıdır öyle değil mi?
Filmimizin konusuna gelirsek; Dom, bir otelde resepsiyonda çalışmaktadır. Sürekli zinciri atan bir bisikleti vardır. Bu yüzden de sürekli yolda kalır, ya da işine geç kalır. Genelde gece vardiyalarına bakan kişidir. Bir gece Fiona adında bir kadın otelde bir oda ister. Bir yandan da kendisinin bir peri olduğunu ve ona üç dilek hakkı verdiğini belirtir. Dom o an kadının dediklerine inanmasa da, başına gelen talihsiz bir kaza sırasında haber vermediği halde Fiona'nın onu kurtarmak üzere gelmesiyle, kafasında şüpheler oluşur. Bu ikili arasında yavaş yavaş gelişen aşk ilişkisi sonucunda olaylar karışmaya başlar. Çünkü bir grup Afrikalı göçmen, köpeğine tapan garip bir turist ve kör bir bar işletmecisinin katılımıyla komedi dozu yükselecek ve birbirinden absürt olaylar üst üste gelecektir.
Yıllardan yine 2011 ve yine Le Havre'dayız. Fransa'nın kuzeybatısında, Sen nehrinin kenarındaki bu sahil şehri, birbirinden başarılı iki absürt filme ev sahibi oluyor. Geçtiğimiz aylarda incelediğimiz Aki Kaurismaki'nin "Le Havre"'ından sonra, şimdi de kendileri pişirip her şeyini kendileri yapan oyuncu- senarist - yönetmen üçlüsü Dominique Abel, Fiona Gordon ve Bruno Romy'in "La fee - Aşk Perisi"'ne dekor oluşturuyor.
Film o kadar samimi bir tablo içerisinde ki, sanki tanıdığınız kişilerin evlerinde çektiği bir film havası yaratıyor. Öyle ki filmin oyuncularının isimleri de kendi isimlerinden alıntı olunca, bu hamarat insanlara gıpta etmeden kendinizi alamıyorsunuz. Daha önceki filmlerindeki gibi bu filmde de baş rolleri kendilerine ayırtmışlar. Bununla kalmayıp mizah anlayışlarını sonuna kadar filmlerine adapte etmişler. Üstelik filmlerinde dansı da eksik etmeden yardımlaşmanın önemini vurgulayarak bizlere eğlenceli vakit geçirtmeye çalışıyorlar.
Özellikle durumlara yaklaşımları çok başarılı ve ilgiyi hak ediyor. Örneğin bir ketçap kapağından merak unsuru yaratmayı becerirken, yürüyen çanta, uçan adam gibi olayları filmin kendi iç yapısında doğal karşılıyorlar. Aşkın gözü kördür diye bir barın işletmecisini kör bir adam yaparak ironik bir çizginin tatlı tonunda kalmayı bilirlerken, hayalleri küçük karakterleriyle insanın yüzüne biraz olsun tebessüm getirmeyi hedefliyorlar. Ana karakterimiz Dom, kıyafetlerini çalan mülteciye koşarak onlar benim kıyafetlerim diyerek, üzerinden kirli kıyafetleri alarak üzerine giyebiliyor. Tabii kendisinin üzerindekileri de mülteciye veriyor. Böylece yeni kıyafetlerle mülteci, eski kıyafetlerle kendisi mutlu olabiliyor.
Sözün özü sıcak yüreklerden çıkan bu fantastik absürt komedi, sinemanın dilini iyi kullanmayı başarıyor. Üstelik bunu hiç bir şekilde istismar etmeden en doğal halleriyle yapıyor. Dans, komedi, suç (ama iyi niyetli suç) türlerini harmanlayarak da, pişman olmayacağınız bir filmi bizlere sunuyor. Bu tatlı filmi herkese tavsiye ederim. Hatta İstanbul Film Festivali'nde yakalayabilirsiniz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder