Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

13 Mart 2012 Salı

The Grey



Uçak kazaları, sinemanın içinde özel bir yere sahiptir. Çünkü bu son gibi gözüken facianın ardında hep bir umut kırıntısı ve hayatta kalma mücadelesi izleriz. Bu yüzden de uçak kazalarının ertesinde yaşananlar, hayatın ne kadar değerli olduğunu insanlara gösterir. Özellikle de kazadan canlı çıktıysanız. 


The Grey filmi de bir nevi bu formülü uygulayarak, yaşam mücadelesinin üst düzey olduğu bir hikayeyi seyirciye sunuyor. Hatta bunu kaza ile sınırlandırmıyor. Kaza sonrası olumsuz koşulları çeşitlendiriyor. Kazanın buz gibi Alaska'da gerçekleşmesi birinci faktör doğa koşullarının zorluğu, aç kurtların avlanma merkezinde olması ikinci handikabı ve uçsuz bucaksız bir ıssızlığın içine hapsolmak faktörüyle zincirin tamamlanmasına ön ayak oluyor. 




Filmimizin konusu ise gayet açık. John Ottway, Alaska'da çalışan işçilerin hayvan saldırılarına karşı koruyan bir  nevi korucudur. Hayatını hayvan öldürerek kazanır. Bir uçak yolculuğu sırasında işçilerin ve kendisinin bulunduğu uçak düşer. Bunun sonucunda kazadan sağ çıkan bir grup adam kurtulma mücadelesine girişirler. Tabii bu iş kolay olmayacaktır. Çünkü soğuk doğa koşullarının yanında, onları yem olarak gören bir kurt ordusu peşlerindedir. hayatta kalabilecekler midir? 


Kaybolmuş bir adamın, hayattan dahi vazgeçmiş beyninde aniden alevlenen bir olay bu. Uçak kazasının kaybettirdikleri onun kendi iç dünyasında kazandırdıkları oluyor. Çünkü bir yandan kaybettiği sevdiğinin acısı varken, bir yandan da babasına verdiği değer var. Bu yüzden de mücadele etmeden kaybetmek ona göre bir olay değil. 




Karakterlerin çoğunun tutunacağı bir hayat var. Bu yüzden kurtulmaya çalışıyorlar. Biraz olsun ailesini son kez görmek adına. Vahşi doğa ile cebelleşiyorlar. Malum şartlar zor, tehlikeler her an nereden çıkar bilinmiyor. Lakin nefesini hissettirmeden aniden ortaya çıkıyorlar. Bu yüzden de ölüm her ne kadar kendini sık göstermese de, ensenizde hissedilebilecek bir mevzu. 


Bu yüzden de film kendi içinde bir ölüm tanımı yapıyor. Ölüm insanın üzerinden geçip giden sıcak bir durum. Hayatınızda en sevdiğiniz kişinin sizi yanına götüreceği ve acı çekmeden ruhunuzun malum sonsuzluğa erişeceği yere gidene kadarki süreci olarak tasvir ediliyor. Bu yüzden de filmdeki her ölüm dışarıdan vahşice görünse de, ölen kişilerin gözünden bakıldığında son derece huzur verici gözüküyor. Bu yaklaşımıyla bile film bir açıdan uzun zamandır pek değinilmemiş şekliyle devrimci bir görünüş sağlıyor. 




Tabii ölüm herkes için bu kadar iyi olmasa gerek. Ne de olsa en sevdiklerin uzun zaman seni terk etmiş ise, umudun yoktur. Bu yüzden kendini bir hiç uğruna savaşıyor gibi hissedersin. Bu durumlarda savaşmadan huzuru yakalaman lazımdır. İşte bu yüzden bekleyeni olmayanlar için görüp görebilecekleri en huzurlu yer belki de bir dere kenarında, dağ manzarasının eteğidir. Onlar gerçekliğin içinde bir hayalin kapısında kaybolmak isterler. Film de bir nevi böyle tasvir etmiş bu kişileri. 




Ana karakterimiz John Ottway ise tam anlamıyla hayatında vazgeçmiş bir adam. Her an ölümü, intiharı düşünüyor. Hatta ölüme yaklaşmayı da deniyor. Ancak aklına ölüme giden bir kurdu getirdiğinde ölümün belki de kurtulmak olmadığını düşünüyor. Bu kadar ölüm düşünen bir adamın, kurtları öldüren bir hayvan katili olması ise tam anlamıyla ironik bir düşünce. Gerçi kendi içinde sorguluyor, neden böyle yapıyorum diye. Ancak amaçsız olmaktansa bu bile iyi bir seçenektir diyor. Tabii uçak kazası onun için dönüm noktası oluyor. Bu koşullarla mücadele eden bir kişi olarak en büyük düşman kurtlarsa, kendisi de kurt katili olarak bir gruba en gerekli adam halini alıyor. Ne de olsa ölmek isteyen bir adamdan, daha korkusuz ne olabilir ki?




Filmimiz nefes kesici bir gerilim dokusu içerisine yedirilmiş. Doğa şartlarıyla mücadele ederken, bir de kurtların tedirginliğini içeriğe dahil ederek, korku janrına selamlarken, gerilimi yeniden biçimlendiriyor. Joe Carnahan'ın bu yaklaşımı belli ki çok yeni bir olay değil. Ancak günümüz sinemasında pek eşi rastlanır bir deneme olmadığından, parlak bir iş yaptığını belirtmek lazım diye düşünüyorum. 


Film her yönüyle klişelerden uzak durmaya çalışsa da, bazen bu klişelerin içine girmekten kurtulamıyor. Fakat bu anlamda klişeye dahil olacaksam, bunu kitschleştirerek yapmam en hayırlısı diyerek seyirciyi bir kere daha sevindiriyor. Bu bağlamda filmin genel ilerleyişinde sağlam bir kurgu olduğu söylenebilir. Filmin belki de en büyük klişesi final jeneriğin sonunda ortaya çıkan bir devam filmine açık kapı bırakma refleksi... Bu refleks bu tip bir filmin bile ileride çöpleştirilebileceğini öngörmemizi sağlıyor. 




Sonuç olarak keyifli ve heyecanlı seyir keyfi sunarak, zamanı düşünmeden filmi izlememizi sağlayan sağlam yapı filmin en büyük artısı, karakterlerin kendi içlerindeki git geller olsun, ölüme getirdiği yaklaşım olsun, genel olarak doyurucu bir içerik sunması sayesinde film olumlu bir notu hak ediyor. Bu yüzden de The Grey benim tavsiyemdir. Bu heyecanlı doğa filmine bir şans verin. Sonu belki sizi tatmin etmeyebilir ama bazen suyun aktığı dinginliğe kendinizi bırakmanız gerekebilir...



Ottway: Once more into the fray. Into the last good fight I'll ever know. Live and die on this day. Live and die on this day.  



Hiç yorum yok: