Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

7 Mart 2012 Çarşamba

The Woman in Black



Hayaletli evler sinemanın baş tacı edilen korku motiflerinden biridir. Genelde hayaletler söz konusuysa eski evler mesken tutulurlar. Ne de olsa eski evlerin geçmişi vardır. Bu geçmişler ne kadar karanlıksa, o kadar korkutucu olurlar. Tabii sinema sektörünün de işine gelir bu olay. 


İşte o filmlerden biriyle daha beraberiz. Korku temalı kitap veya çizgi romanlardan biri daha bizlerin elinden öper.  Çok yabancı olmadığımız unsurlarla klişe bir hikayeyi önümüze sunuyor filmimiz. Peki bunca unsura rağmen filmimiz klişe mi, yoksa bu handikaplarını kitsch olarak mı kullanıyor. 




O halde hemen konumuza değinelim. Arthur Kipps, karısının ölümünden sonra oğlu ve bakıcısıyla yaşayan bir avukattır. Ada kasabalarından birinde bataklıktaki ev olarak bilinen evin işleri ile uğraşmak için bu kasabaya gelir. Ancak kasabanın sakinleri bu yabancıya pek iyi davranmazlar. Kasabadan bir an önce gitmesini istiyorlardır. Arthur ise inatçıdır, bu yüzden de işlerini bitirmeden buradan ayrılmayı düşünmüyordur. Bu yüzden de bataklığın oradaki korkunç evde kalmaya başlar. Burada siyahlar giymiş bir kadını sürekli görse de, kadının sırrını çözemez.  Arthur kadını her gördüğünde kasabada bir çocuk ölür. Acaba bu evin ve bu kadının sırrı ne olabilir?




Belli klişe bir konu sayılabilir. Ancak senaristler muhtemelen klasik iyidir düşüncesinden gelerek kendilerine gotik bir atmosfer yaratmayı hedeflemişler. Bu yüzden de öncelikle muhteşem bir mekan bulmuşlar. Gerçekten de ürpertici bir ev ve suların belli saatlerde çekildiği bir bataklık ada... Muhtemelen İngiltere'de pek zorlanmamışlardır. Bu gibi evler İngiltere'de fazlaca mevcut... 


Filmin çocuk altyapılı korku temaları, insana ister istemez Children of Damned'ı hatırlatıyor. Ancak bu sefer çocuklar katil değil, kurbanlar ve makyajları sağ olsun zararsız birer korku unsurular. Yoksa kuklası mı deseydim? Tabir pek önemli olmasa da, filmin içindeki neredeyse her obje birer gizem ve gerilim aracı olarak seyircilere sunuluyor. Odalardaki oyuncaklar, kapılar, pencereler, mezarlık ve bunun gibi bir çok obje sinemanın klişelerine maruz kalıyor. 




Korku türü ilginç bir tür olduğundan olsa gerek, aynı şeyler tekrarlanmaktan çekinilmiyor. Siyahlar giymiş kadın bir hayalet, zaman zaman çığlıklarıyla, zaman zaman ise ani çıkışlarıyla seyircisini hop oturup, hop kaldırmayı hedefliyor. Karanlık bir ortamda filmi izlediğinizde kısmen bunu da başarıyor. Başarıyor başarmasına ama filmin genel korku seviyesi çok altlarda. Film temposunu iyi ayarlayamadığı gibi kimi zaman sıkıcılaşıyor. Çünkü çocukların tek tek ölmesini izlemek pek de eğlenceli sayılmaz. Özellikle de nam-ı diğer Harry Potter Daniel Radcliffe oradan oraya şuursuzca koşarken...


Daniel Radcliffe demişken bu projeyi nasıl seçtiği sorulduğunda, Harry Potter serisindeki imajından kurtulmak için farklı ve alışılmışın dışına çıkacağım demiş. Ancak kusura bakmasın ama iki sakal bırakmakla bu kimlikten sıyrılmak kolay değil. Ne de olsa her izleyici onu şatolardan çıkmayan bir büyücü olarak tanıdı. Yani hayalet hikayesi, aslında onun için farklı bir olay değil. Harry Potter filmlerinde de hayaletler eksik olmuyordu. Özellikle de farklı bir rol demişken... 




Tıpkı Harry Potter'ın son filminde son sahnedeki baba rolü ona hiç yakışmayıp, emanet durduğu gibi, bu filmde de yine o emanet baba kimliğine geri dönüyor. Yaşın kaç başın kaç ki, bir de yedi yaşında çocuk babası oluyorsun. Orta okul yıllarında evlendiği de inandırıcı gelmediğinden, sadece Daniel Radcliffe'in belli bir kitleye karşı olan şöhretinden faydalanılıyor. Yoksa filmdeki rolünde pek matah olan bir oyunculuğu yok. Sadece az mimikle işi kotarmaya çalışmış. İyi de yapmış, çünkü başka türlü yılın en kötü oyunculuklarından biri çıkabilirdi. En azından idare etmiş. Bu yüzden ona tavsiyem bir daha farklı rol seçerken senaryoyu okuması, ya da senaryoya bakmayacaksa en azından günümüzden bir hikayeyle yola devam etmesi onun için daha farklı olabilirdi. 




Görüntülere gelirsek, korku sahnelerinde gayet başarılı kadrajlar elde edilirken, klasik anlatıdan öteye gidilememiş. Özellikle de bir dönem filmindeyseniz, yapabilecekleriniz kısıtlanabiliyor. Geçmişe dönmeler ve memnuniyetsiz kasaba sakinleri etrafında seslerden ve makyajlardan elde edilen cezbedicilik vaatleri... Sis korku filmlerinin önemli öğelerinden olsa da, bu tip filmlerde klişenin bir parçası olmaktan öteye gidemiyor. 


Tabii benim en merak ettiğim şey Arthur'a eşlik etsin diye verilen köpeğin ortadan kaybolmasını, kimsenin önemsememesi... Bariz bir şekilde en çok dikkat çeken mantık hatasıydı. Ne de olsa ana karakterin, tek arkadaşını inandıramadığı kısımlarda köpeğini merak etmemiş olması komik bir ayrıntı. Bu ve bunun gibi küçük hatalar film içinde gözlemlenebilir. 




Sonuç olarak klişe bir senaryoya bel bağlamak ve estetik ya da görsel açıdan stil denemesi yapılmaması sonucu farklı bir filme rastlayamıyoruz. Korku unsurları da vasat kalınca film vakit kaybından öteye gidemiyor. Filmi sadece hayalet hikayeleri sevenler ve Daniel Radcliffe hayranlarına tavsiye edebilirim. 



Daily: I believe the most rational mind can play tricks in the dark. 



Hiç yorum yok: