Bir avukatın en büyük görevi adaletin sağlanmasına yardımcı olmaktır. İşte bu yüzden de bazı şeyleri görmezden gelemez. Görmezden geldiği takdirde hukuk gözünde objektifliğini yitirir. Bu yüzden de insanların hala hukuka inanıyor olmalarının temel nedeni, hakları arayan insanların varlıklarını daima sürdürmesi olduğu söylenebilir.
İşte idealist bir avukatın günlüğünden yararlanıyoruz. Gerçek olaylardan esinlenilen film, iki avukatın dev bir şirkete kafa tutmasını ve doğruluk için çabalamasını anlatıyor bize. Tabii her direnişin bazı bedelleri vardır. Bu film de o teori üzerinden giderek tarafsız kalamıyor. Kendi tarafından bir hukuk hikayesini izlemek ise seyirciye düşüyor.
Filmimizi kısaca özetleyelim. Mike Weiss ile Paul Danziger, aynı okuldan mezun iki avukattır. Kendilerince idealist bir hukuk şirketi kurmuşlardır. Böylece madurlara yardım etmek istiyorlardır. Bir davadan alınlarının akıyla çıktıklarında, bir anda sorunu olan her tür insan büroya yağmaya başlar. Ancak Mike farklı bir dava peşindedir. Öyle ki seçtikleri davanın büyük olmasını, böylece adlarının duyulmasını istiyordur. Bu yüzden de hastanede bir iğnenin batması sonucu aids olan bir hemşirenin davasına yönelirler. Paul için sıradan bir dava gibidir. Ancak Mike davada gelecek görmeye başladıkça, aslında ilaç şirketleri içindeki pislik batağının olduğu gerçeği ortaya çıkar. Bu davayı takıntı haline getiren Mike, dava dışında karanlık güçlerle de savaşmalıdır.
Hastanelerin tek kullanımlık güvenli iğneye geçişlerini anlatan bu olay, 1999'daki gerçek olaylara dayanıyor. Tekel haline getirdiği ilaç satışlarına sahip olan bir şirket, idealist avukatların pisliklerini görmesi için çeşitli engellemelerden kaçınmıyor. Bu yüzden de dava uzadıkça uzuyor. Bu yüzden de yeni tanıklar, yeni deliller bulmak gerekiyor. Bu iğneler yüzünden Afrika'daki insanların aids olduğundan ve hala bu olaya devam edildiğinden yakınan film, bir nevi sağlık sistemini eleştiriyor. Bu bağlamda klasik bir mahkeme filmi diyebiliriz.
Tabii bu klasik eğilimi değiştiren en büyük unsur, ilaç şirketine davayı açan son derece sıra dışı olan avukatımız. Mike Weiss, son derece kendine güvenen, kadınların taptığı, fahişelerle gününü gün eden bir uyuşturucu bağımlısı... Eroin, kokain, haplar demeden ağır bir şekilde gece gündüz bu illetle uğraşıyor. Bağlı olduğu çevre it kopuk, junkie ve bunun gibi düşmüşlerden oluşuyor. Bu yüzden de sürekli sorunlar yaşıyor. Dışarıdan bakıldığı zaman itici görünen bu tip, her şeye rağmen davaya olan tutkusuyla takdiri hak eden bir karaktere dönüşüyor.
Chris Evans'ı aksiyon ve komedi filmlerinden arda kalan zamanında bu tip filmlerde görmek son derece insanlara ilginç gelebilir. Ne de olsa onu alıştığımız rollerden biri değil bu. Tabii her ne kadar ona göre görünmese de, onun bedenine uyarlanan karakterinin içinde son derece sempatik gelen bir oyunculuk sergiliyor.
Filmin ilginç noktalarından biri ise bir teoriyi desteklemesi... Teori derken sonuçları belli olmayan ama öyle olduğu düşünülen cinayetin, aslında kötü güçler tarafından değil, ilaç şirketinin adamları tarafından gerçekleştirildiği düşüncesi filmin belki de en belirgin önermesi olsa gerek. Bu şekilde insanların bir olay uğruna ölebileceğini ama yine de adaletin sağlanması gerektiğini seyirciye anlatmaya çalışıyor.
Sonuç olarak film yaptığı eleştirilerle, oyunculuklarının yeterliliğiyle ve insanı motive eden sürpriz finaliyle ilgi çekici olsa da, genele bakıldığında vasatı aşamayan bir film olarak dikkat çekiyor. 100 dakikalık süresi son derece uygun duran bu filmi, alternatif isteyen seyirciler izleyebilirler. Dört dörtlük olmasa bile, köşede kalmış filmler arasında iyi bir seçenek sayılır.
Nathaniel Price: I bet you spent your whole life believing that you, you were born to do something great, make a difference, do something special. Important. But Michael, it's the most ordinary thought anybody ever had.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder