Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

2 Ocak 2012 Pazartesi

La folie Almayer (2011)



İnsanlar yalnızlıklarının içinde kaybolurlar. Yitirdikleri gençliklerini bulmaya çalışırlar. Aslında işin çok geç olduğunu anladıklarında, biçilmiş kaderlerine razı olmak zorunda kalırlar. Gençlikler yok olunca, hayaller de yok olur. Hayallerin küçüldüğünde anlarlar ki büyümüşlerdir. İşte biz buna hayat deriz. 


La folie Almayer, hayatın durağanlığında sıkışan insanlara eğilen bir film. Kırılma noktalarında düşünmeyen insanların, sadece anlık kararların bedellerini ödeyen insanları anlatan bir film. Bu yüzden ki dingin temposuyla yavaş yavaş ilerliyor film. Tıpkı hayat gibi. 




Filmin konusuna geçersek; Almayer isimli Avrupalı bir adam, çok zengin olacağı umuduyla hiç düşünmeden Malezyalı bir kadınla evleniyor. Bu evlilikten Nina isimli bir kızı oluyor. Ancak adam mutsuzluğun doruklarında dolanıyor. Zamanın içinde sıkışmış bir yanlış zaman yolcusu adeta. Tek umudu arkadaşı kaptan Lingard'ın onu bu hayattan kurtarması oluyor. Ancak Lingard'ın ani ölümü üzerine, hayattan soğumaya meyilli Almayer; tek hayali olan kızına Avrupa'ya götürme olayını gerçekleştirmek adına, arkadaşı Lingard'ın bıraktığı maden ocaklarını bulmak için yola koyuluyor.




Bir nevi memnuniyetsizlik ve mutsuzluk öyküsü olan Le folie Almayer, konu bakımından metinlerde cazip gözükse de, anlatım bakımından biraz yavan kalıyor. İnanılmaz sinematik görüntülerle filmini hikayesinden çok, resimleriyle sergilemeye çalışıyor. Bir nevi hikaye hiç bir şeydir, görüntü her şeydir mantalitesinin önemli temsilcilerinden birisiyle karşı karşıyayız. 


Nina karakteri başlı başına umutsuzluğun içinde hapsolmuş bir köle durumda kalır. Çünkü melez bir kızdır o. Ne babasının o çok övdüğü Avrupalı beyazlardan biri olabilmiştir. Ne de bulunduğu ülkenin yerlilerinden biridir o. Bu yüzden de her iki taraf da dışlıyordur. Onun asi olmaktan başka çaresi yoktur. Çünkü bunca çöküntü onu bu noktaya getirir. Nitekim kaderini filmin başında görürüz. Daha sonrasındaysa bu noktaya nasıl gelindiğine şahit oluruz. Film devamında olayların başına dönerek süreci izlememizi sağlar. 




Nina, Avrupalı okullarında dışlanır, alay konusu olur ve oradan nefret eder. Böylece Avrupa'nın ırkçı yüzüyle tanışır. Bir nevi günümüz insanlarının nefretiyle burun buruna gelir. Yabancılara olan kötü bakışları hisseder. Özellikle bir insan Asyalıysa, ona pislik gibi bakılabilir. Burası ille ortadoğu olmak zorunda değildir. Asya'nın her köşesindeki insanlara iğrenerek bakarlar. İnsan olmayı hatırlamak gerekir. 


Diğer yandan bakıldığında ise Malezyalılar, melez bir kız için şu taşra sözünü kullanırlar: "Melez kızlar eninde sonunda kötü yola düşer.". Bu sözler insanların toplum içindeki yargılarının nasıl acımasız olduğunu anlatır. Önyargılar çoğaldıkça, insanlar dengesini yitirir. 




Sevgisizliğin getirdiği bu hatalar zinciri, sonuç olarak ne yapmak istediğini bilmeyen gençlerden oluşan bir toplumun yaratılmasına neden olur. Belki de değil Asya'da, tüm dünyanın sorunu aynıdır. Kısaca yönetmen Akerman, yerel bir olayın üzerinden evrensel bir sorunu anlatmaya çalışır. 


Yönetmen Chantal Akerman, kendine özgü tarzıyla sinema yazarlarının baş tacı ettiği ancak filmlerini çok fazla toplu gösterime sunamayan biri olarak tanınıyor. Nitekim bu yüzden de pek tanınmıyor. Bu yüzden olsa gerek, filmlerinde çok özgür olduğundan kimseye hesap vermek zorunda değil. Bir nevi kendi için sanat yapıyor. Ödül bakımından çok zengin olmasa da bazı ödülleri elde edebilmiş bir yönetmen kendisi. 




Sonuçlandırırsak yazımızı, tek kelimeyle çok şey anlatmaya çalışan bir başyapıtla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Ancak her izleyicinin dayanamayacağı, kısaca sanatsal diyebileceğimiz bu film, o kadar yavaş ki uyuyup kalabilirsiniz. Bu yüzden de herkese tavsiye etmiyorum. Fakat mükemmel kareler görmek isterseniz, hikaye çok da umrunuzda değilse ve bu filmi bulabilirseniz önerebilirim. Ancak sadece bu kadar. Ben hikayenin de önemli olduğunu düşünenlerdenim ne de olsa...


Son olarak eklemek istediğim bir not da; filmin açıldığı beş dakikalık plan - sekans gibi devam etmesinden yanaydım. Nina bize böylece daha yakın şeyler anlatabilirdi. Kameraya bakmasını ancak bu açıklayabilirdi. Süresi de bu kadar uzun gelmezdi bize...




Hiç yorum yok: