Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

25 Ocak 2012 Çarşamba

Albert Nobbs (2011)



Kimlik belirlenen bir şey değildir. Bazıları için doğarken ismidir, yüzüdür, yaşadığı yerdir. Bazıları içinse kimlik olmak zorunda oldukları biçilmiş roldür. Bu yüzden de bu rolün içinde kayboluncaya kadar, sonu belirsiz hayatlarını yaşarlar. Bu hayata kimileri sığınma der, kimileri ise kader...


Albert Nobbs, kendi üzerine biçtiği bir kimliğin içinde yaşamaya mahkum bir insanı anlatıyor. Öyle ki onca senenin ardından, yeni bir şekle bürünemiyor. Çünkü o öyle yemek yemiş, öyle nefes almış ve hatta hep öyle giyinmiş bir kişi... Bu değiştirmek, onca yaşadığı seneyi değiştirmek gibi bir şey. Bu yüzden de bunu göze alabilecek pek de insan olduğu söylenemez. 




Filmimizin konusunu özetlersek: Albert Nobbs, mütevazi bir otelde işinin ehli, mükemmel bir iş çıkartan bir garson, bellboy ya da adı her neyse orasının emektar bir çalışanıdır. Çeşitli hizmetlilerle beraber orayı döndüren birkaç insandan biridir. Bu mükemmel adamı herkes takdir etmektedir. Kafasında bazı hayalleri vardır. Biriktirdiği parasıyla kendine yeni bir hayat kuracaktır. Böylece gizlediği geçmişine tekrar kavuşacaktır. Geçmiş mi? Evet bir geçmiş... Herkesin olduğu kadar Albert Nobbs'un da bir geçmişi vardır. Bir gün boyacı bir adamın otele gelip yaptığı işten sonra kalacak yer olarak, Albert'in odasının gösterilmesi sonucunda; Albert'in gerçek sırrı ortaya çıkar. O bir erkek değil, kıyafetlerin altına saklanan bir kadından başkası değildir. Peki neden bu hale gelmiştir ki? İşte filmimizin bu ilginç insanın geçmişini ve gelecek hayallerini anlatır. 




Film konusundan da anlaşılacağı üzere bir kimlik kargaşasından ortaya çıkan bir hikayeye sahip. Albert Nobbs, bastırılmış bir kadınlığın, zorunlu bir şekilde erkeğe evrilmesini anlatmaya çalışıyor. O dönemin zor şartlarında iş bulmanın bile mucize olduğu bir yerde, ancak bir erkek işi bulabilen bir kadının hikayesine konuk oluyoruz. 


Bu işte onca yıl geçirdikten sonra, hasır altına sakladığı birikmiş parası ile gelecek hayalleri kuruyor. Ancak insanları kuşkulandırmadan bu olayı nasıl gerçekleştirebilir? İşte bu sorunun cevabı kimliğini bir gece öğrenen bay Page de saklıdır. Çünkü Bay Page de erkeğin altına saklanmış başka bir kadındır. Üstelik bu kimliğine öyle sımsıkı sarılmıştır ki, gerçek bir karısı bile vardır. 




İşte bu noktada işler farklılaşmaya başlar. Çünkü kimliksizler için evlenmek belki de en dikkati öldüren biçimdir. Bu yolla hayalleri daha gerçek olacaktır. Ne de olsa evli insanlar daha çok takdir toplarlar ve normal görünürler. Bu yüzden de hayalleri için Page'den bilgi toplar ve gözüne kestirdiği bir bayanı ikna turlarına başlar. 


İşte bu sırada yan hikayelerden biri ortaya çıkar. Helen ve Joe'nun klasik bir kontrolsüz gençler ilişkisi... Tabii bu ilişki ne kadar basit görünse de, ana hikayeyi temelinden sarsacak nitelikte denilebilir. Çünkü Albert'in gözüne kestirdiği kızın Helen oluşu, olayları çıkılmaz hale getirir. Bu noktada hayatın o kadar da kolay olmadığını görürüz. 




Bir dönem filminde beklenecek her tür unsuru bulunduran film, başarılı kostüm, sanat yönetimi ve makyaj çalışmasıyla dikkat çekiyor. Özellikle de Glenn Close'un yüzüne bu müdahaleler olmasaydı, bu kadar inandırıcı olabilir miydi, bunu bilemeyiz ama en azından gerçeklik duygusuna daha çok yaklaştığımızı söyleyebilirim. 


Filmin başlı başına iki oyuncusu fazlaca önplana çıkıyor. Bunlardan biri doğal olarak Glenn Close, son derece iyi oynamış rolünü. Laf aramızda ben bu kadını hep bir erkeğe benzetmişimdir. Bu teorimde de pek yanılmadım. Lakin erkek olmak çok yakışmış ona. Biraz Robin Williams'ı andırmış. Bunu geçersek diğer göze batan kişi de Janet McTeer... kesinlikle iki kadın oyuncu da, erkek rollerinde çok başarılı olmuşlar. Hatta bunu Oscar adaylıklarıyla da kanıtladılar sayılır. 




Tabii bir de genele baktığımızda çok zengin bir oyuncu kadrosuyla karşılaşıyoruz. Mia Wasikowska, Aaron Johnson, Brendan Gleeson, Jonathan Ryhs Meyers sayılabilir. Çoğu yan karakter olarak kullanılsa da, hepsi kendi rollerinde işlerini başarıyla icra etmişler. 


Film, bir noktadan sonra tam çıkmaza gireceği sırada seyirciyi ters köşeye yatırıp, tifo salgınını ve genç aşıkların boş hayallerini masaya dökerek, filmin bir anda kaymakta olduğu klişeye engel oluyor. Bu yüzden de başarılı senaryosu, her ne kadar şaşalı bir tavır sergilemese de, son derece yeterli görünüyor. 




Sonuç olarak başarılı oyunculukları, bu kimlik bunalımlı dramada hayat buluyor. Amerika'nın ödül mevsiminde bu ön plana çıkan filmi izlemenizi tavsiye ederim. Ne de olsa malum ödül töreninde bu film de ne diye sormamak için izlemek lazım. Dönem filmlerini sevenler için birebir... 









Hiç yorum yok: