Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

24 Ocak 2012 Salı

The Iron Lady (2011)



Yakın tarihe baktığımızda dikkat çeken çok fazla politik figür bulamayız. Çünkü özellikle dikkat çekenleri az bulunur. Bunların arasında akıllara çok fazla erkek isim gelebilir. Ancak akıllarda yer edinen kadın politikacı dediğimizde çok fazla isim gelmez. 


Bundan dolayı da olsa gerek, politikadan bahsedildiğinde kadın politikacı olarak ilk akla gelenlerden biri Demir Leydi lakaplı Margaret Thatcher'dır. Örneğin bu Türkiye'de olsaydı, aklımıza anında Tansu Çiller gelirdi. Bunun gibi çok öne çıkan örnekler bulamıyoruz. 




O halde filmimizin konusuna değinelim hemen. Margaret Thatcher'ın yaşlılık dönemleriyle filme giriş yapıyoruz. Unutamadığı kocasıyla ayrılmaz bir bağı var. Tabii bağın hiç bozulmamasındaki en büyük etkenlerden biri de Alzheimer ile mücadele eden bir kadın ile karşı karşıya olmamızdan da kaynaklanıyor diyebiliriz. Bu ünlü politika figürünün hayatına çeşitli zamanlarda yolculuk ediyoruz. Önce genç bir kadınken, belediye başkanı bir bakkal babanın kızı olarak görüyoruz. Sonrasında sıradan bir ev hanımı olmak istemediğini fark edişini, kocasıyla tanışmasına tanık oluyoruz. Zamanın geçmesiyle başbakanlığa kadar gittiği süreç, filmin flashbackleriyle ilerliyor. Politik kariyerindeki önemli dönemeçleri, olayları kısa da olsa işleyen film, tipik bir ünlü sima profili şeklinde sinemada yer buluyor. 




Bu dikkat çekici kadın, kendine has giyim tarzı, yüzü, mimikleri, konuşmasıyla; bir nevi sinemaya uyarlanmak için yaratılmış bir figür adeta. Çalkantılı politika kariyeri boyunca çoğu kişi tarafından sevilmeyen, istenmeyen kadın ilan edildiyse de, çok cazip bir karakter olduğunu yadsıyamayız. 


İşte bu noktadan Hollywood da, görmezden gelemediği bu karakteri, sinemaya taşımaya karar veriyor. Birkaç yıl önce Kraliçe Elizabeth'in portresiyle dikkat çekilişi, bir nevi referans olarak filme yol gösteriyor. Üstelik Queen isimli filmde Helen Mirren bir de Oscar heykelciğini kucaklamıştı. Bu filmde neden olmasın der gibi aynı stilde yapılıyor. Tabii bir handikapla...




Handikap kısmı başlı başına Thatcher'ın sevilmeyen bir karakter oluşundan kaynaklanıyor. Filmimiz Thatcher'ın daha çok insan kimliği ile ilgilense de, onun yaptığı hataların bedelini halkının çekmesini engellemiyor bu unsur. Sonuçta onu kimse deha diye yüceltmiyor. Bu yüzden de sevilmemesi bu noktada ortaya çıkıyor. 


Sevenleri de yok değil hani. Seven kişiler arasında daha çok kadınlar var. Çünkü döneminde kadınlara yapılan ayrımcılığa bir nevi karşı koyan cesur bir kadın görüyoruz. Uzlaşmacılık yerine daha çok yıkım yaratmanın peşinde olan Thatcher, aşırı muhafazakar yapısıyla halkın nefretini kazanıyor. 




Malum o dönemdemeclise seçilen kadın üyelerin odaları ayrıydı. Önemli konular, kadınların yanında konuşulmazdı. Tabii bu tür bir devrime imza atan Thatcher, artık kadınların da erkeklere meydan okuyabileceğini gösterdi. Her ne kadar yanlış ilerleme stratejileri belirlense de, ses getiren bir şeydi bu. 


Aslında Dünya tarihinin kara lekelerinden biri olacakken, bir anda bir savaşı kazanıp kahraman statüsüne ulaşan bir kadından bahsediyoruz. Bu yüzden de en uzun iktidarda kalan partinin, en uzun soluklu başbakanın hikayesine dalıyoruz.




Margaret belki çok hatalar yaptı, insanların sevmediği bir kişi haline geldi. Ancak film bu şeyleri görmezden gelmeden, geri dönüşlerle dolu bir kurguyla, seyirciye yaşanmış bir efsanenin öyküsü şeklinde vermek istiyor. kendi doğruları için savaşan bu kadın, her ne kadar savaşçı olsa da, kendi halkının savaşına ortak olmayan bir karakter olarak öne çıkıyor. Bu yüzden filmi yargılamak yerine, onun açısından izlemek insana bir şeyler katabilir. 


Meryl Streep 3. Oscar heykelciğine çok yakın durumda... Belki de bu heykelcik kariyerinin son büyük ödülü olacak... Bu yüzden de görkemli olmasını istiyor. Tamam iki oscar almış bir kadın için fazla hırslı bir kadın Meryl, ama bu hırslı tavrı mükemmel bir oyuncu olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Bizlere hayatta kaldığı ve filmlerde oynadığı sürece onu izlemek kalıyor. 




Sonuç olarak yanlı bir biyografik filmle karşı karşıyayız. Tarihe yönetmenin ve senaristin bakışıyla bakmak isteyenlere, ön yargılarından arınabilecek olanlara ya da çok var mı bilmiyorum ama Demir Leydi'yi seven kişilere bu filmi tavsiye ederim. Bu arada son olarak bu lakabı Rusların taktığını da hatırlatmakta yarar var. 




Margaret Thatcher: Watch your thoughts for they become words. Watch your words for they become actions. Watch your actions for they become... habits. Watch your habits, for they become your character. And watch your character, for it becomes your destiny! What we think we become.




 

Hiç yorum yok: