Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

18 Ocak 2012 Çarşamba

War Horse (2011)



Amerikan sinemasından bahsettiğimizde, çeşitli hayvanlara odaklanan filmlere rastlayabiliriz. Ancak bunlardan en güçlüleri hep bir atın peşinden giden filmlerdir. Bu güçlü hayvanların hikayeleri her zaman daha ilgi çekici olmuştur. Üstelik ilgi çekmekle kalmaz, ödüllere adaylıkları da olur hep. Ama ne hikmetse bu filmler ödül alamazlar ve adaylıklarla yetinirler. 


Belli bir zaman geçmiş olacak ki, yeni bir at konulu film ortaya çıktı. Adı War Horse yani Savaş Atı... Üstelik bu sefer çok önemli bir yönetmenin ellerinden çıkıyor film: Steven Spielberg... Uzun süreli suskunluğunu Tenten animasyonu ile bozan Spielberg, klasikleşen yıl içindeki bir eğlenceli bir de dramatik bakımından zengin film yapma hevesine yeniden geri döndü. Filmimiz bu zihniyetin bir ürünü denilebilir. 




Hemen filmin konusuna geçelim. Ted Narracott isimli bir çiftçi, tarlasını sürmek için bir at pazarına gider. Burada daha önce hiç görmediği bir güzellikte bir at ile karşılaşır. Açık arttırmada ev sahibini de karşısına alarak bu açık arttırmayı yüksek fiyata kazanır. Ancak şöyle bir sorun vardır ki, alınan at Joey, kesinlikle özgür bir hayvandır. Bu yüzden daha çok yarış atı kıvamındadır. Onun tarla sürecek hali yoktur. Bu atı eğitmek üzere Ted'in oğlu Albert gönüllü olur. Bu ikili bir nevi birbirlerinin en iyi dostu olurlar. Kendilerine özgü bir dil geliştirirler. Ancak ev sahibi Lyons, zenginliği verdiği küstahlıkla borçlarını ödeyemeyen Narracott ailesinin evlerini almakla tehdit eder. Albert ve Ted, yeni atlarıyla tarlayı sürüp borçlarını ödeyeceklerini aksi takdirde evi verecekleri söyler. Bu anlaşma sonucunda uğraşlar başlar. 


Tam bu sıralarda dünya savaşı patlak verir. Her şey yok pahasına askerler tarafından el koyuluyordur. Baba Ted, borçlarını ödeyebilmek adına atı, rütbeli bir askere satar. Bu andan itibaren Joey'un yani atımızın savaş içindeki yılmadan yolculuğunu izleriz. Yeni sahiplerinin hikayelerini, savaşın acımasız anlarını gibi çeşitli donelerle bir atın mücadelesini izleriz. Onca sorunun ortaya çıkmasına rağmen bir atın direnişi ve bir dostluğun hikayesi anlatır bizlere...




Bu tip epik filmler günümüzde maalesef klişelere takılmaktan kendine yer bulamaz hale geliyorlar. Nitekim filmimizde bu klişelerden nasibini alıyor. War Horse, acılar çeken at konseptini bir nevi savaşın içine yerleştirerek bu klişelerden arınmaya çalışsa da, hikayenin işleniş bakımıyla çoğu yerde izleyiciyi şaşırtmıyor. Ancak Spielberg sinemasını özleyenler için şaşırtmasını da beklememek lazım sanırım. 


Filmin baş rolünde atın ta kendisini görüyoruz. Bunca zorluklara rağmen bir hayvanın bakış açısıyla anlatılan hikaye, bir nevi bir atın gövde gösterisine dönüyor. Bu rolü bir insan oynasaydı, muhtemelen Oscar heykelciğini kucaklardı. Ancak atımız o kadar iyi eğitilmiş ki, adeta mükemmel bir oyunculuk sergiliyor. Filmin göze batan bir kahramanı konumunda olmakla beraber, duyguları son derece net yansıtıyor. .




Filmin içeriğinde her ne kadar savaşın soğuk nefesi işlense de, bir kavuşma hikayesinin varlığı filmin ayakta kalmasına neden oluyor. Yine yerli yerinde uygulanan senaryo formülleri, Hollywood'un temel unsurlarını gözler önüne seriyor. Tüm zorluklara rağmen dostluk hikayesi filmin içindeki belki de en güçlü unsur olarak seyirciye ulaşıyor. Yan hikayelerin kısa aralıklarla beyazperdeye yansıması da, filme çeşitli tatlar katıyor. 


Tabii filmin içinde olumsuz etmenler de yok değil. Özellikle son yıllarda düzelemeye başlayan bir mevzu, bu filmle beraber yeniden hortlamış. Her askerin mükemmel ingilizce konuşması, Alman, Fransız demeden aksan yapması filmin belki de en büyük handikabı olarak kayıtlara geçiyor. Ne de olsa artık bu tip filmlere gerçeklik katmak adına, herkesin kendi dilini konuşmasına müsaade ediliyor. Ancak Spielberg'ün sadece Amerikalıları düşünen bu yaklaşımı filmin inandırıcılığını etkileyen önemli bir sorun olarak akıllarda yer alıyor. 




Kimilerine göre bu tip olayı, bir atın gözünden anlatmak kolaya kaçmak olarak nitelendiriliyor. Çünkü hayvanlara karşı, insanların içinde yeşeren sempati tamamen zirveye oynamak için yapılan bir çakallık olarak yorumlanabiliyor. Tam bir Oscar filmiş havası taşıması da bu konuyu destekler nitelikte. Bu yüzden de bu konuya kimi çevrelerin hayvan sömürüsü olarak bakmasına neden oluyor. 


Uluslararası oyuncu kadrosuyla War Horse, son derece dikkat çekici bir oyuncu kadrosuna sahip diyebiliriz. Genelde İrlanda ve İngiliz kökenli oyuncularının dışında Danimarkalı, Hollandalı, Fransız, Hintli gibi çeşitli ülkelerin oyuncularına kucak açmış. Özellikle de Peter Mullan, Liam Cunningham, Emily Watson, Niels Arestrup, David Thewlis, Eddie Marsan, Nicolas Bro, Leonard Carow dikkat çeken isimler olarak sayılabilir. 




Filmin görüntüleri tek kelimeyle harika... Spielber'ün sadık görüntü yönetmeni Kaminski tabir'i caizse döktürmüş. Doğanın güzelliği, savaşın acımasız dünyasını ve atların yaşamını tüm çıplaklığıyla yansıtıyor. Görüntüler konuşurken, diyaloglara gerek kalmıyor. Özellikle de şiddettin olabildiğince saklanmaya çalışmasını Kaminski tüm ustalığıyla sergiliyor. 


Spielberg yine bildiğimiz sularda gönülleri fethetmiş görünüyor. Günümüzde bu tip filmler sıkça yapılmaya çalışılsa da, kimse Spielberg gibi duygulara dokunamıyor. Belki de Hollywood sinemasının bu büyük ustasına bir kez daha şapka çıkartmalıyız. İçerik bakımından biraz zayıf kalsa da, anlatımın ustalığını zevkle izlemeliyiz. Bu tip filmleri özleyenlere tavsiye edilir. 




Hiç yorum yok: