Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

29 Ocak 2012 Pazar

The Artist (2011)



Sinema ilk çıktığı dönemlerden bu yana en popüler sanat dallarından biri olmuştur. Bu popülerlik sinemanın siyah beyaz olduğu dönemlerden başlamıştır. Sesin öneminin olmadığı zamanlarda ilgiyi çekmeye başlamıştır. Tabii sesli filmlerin yapımıyla birlikte, sessiz filmler özgünlüğünü yitirerek, farklı olana yönelme başlamıştır. 


Bu neticesinde zamanın akmasıyla, sessiz filmin iflası kaçınılmaz olmuştur. Tıpkı yeni teknolojilerin, eski alışkanlıkları yok etmesi gibi bir şey ortaya çıkar. Bir nevi geçmişe selam çakan The Artist, Fransa'dan çıkan ama Amerikan ortağıyla ilişkili olarak melez bir film denilebilir. 




Filmimizin konusuna gelirsek; siyah filmlerin zirvede olduğu dönemde, henüz yeterince teknik gelişmeler gerçekleşmemiş, bu yüzden de sinema sessiz bir görsel sanattır. Bir orkestranın eşlik ettiği seçkin bir etkinliktir. Herkes sinemeya en güzel kıyafetleriyle giderler. İşte o dönemde çok popüler bir sinema yıldızı olan George Valentin'in hayatına göz atıyoruz. Her şeyi olan bir adamın şaşalı yaşamından kesitler izlerken, o dönem tesadüf eseri tanıştığı bir genç bayanın ilk sinemaya geçiş sürecini izliyoruz. Ancak bir anda sinemada ortaya çıkan önemli devrimlerden biri, yani sesli sinemanın ortaya çıkmasıyla birlikte George'un kariyeri alt üst olurken, Peppy adlı bu kızımız yıldızlaşmaya başlıyor. Paralel olarak değişen kariyerlerin tek buluştuğu nokta ise bu insanın birbirlerine aşık olmasıdır. 




Filmin nasıl işlediğini kısaca hatırlatayım öncelikle. Film sessiz derken oyuncuların sesleri duyulmuyor. Yani ağızları oynasa da sesler çıkmıyor. Bunun dışında onlara sürekli müzik eşlik ediyor. Tabii bazı sessiz anlar dışında. Buna ek olarak filmin içinde diyaloglar yok değil hani. Eski yöntemle sesler duyulmuyor olabilir ama aralara repliklerin yazılı olduğu parçalar sokularak, insanların nelerden bahsettiğini anlayabiliyorsunuz. Böylece sessiz filmlerin kimyasına daha aşina oluyorsunuz. 


Sinemadaki aşkların daha masum olduğu dönemden çıkma bir film Artist. Belki de bunu en büyük kozu olarak kullanarak, aslında eski olan şeyi, yeni bir fikir şeklinde sunarak belli bir kitleyi büyülemeyi başardı. Bunun yanı sıra iyi bir reklam kampanyası da sağ olsun. Film 10 dalda Oscar'ın favorisi konumuna yerleşti. Kim bu kadar bu filmin zirveye oynayacağını tahmin ederdi ki?




Filmin belki de en büyük esprisi, sessiz film mantığıyla o dönemin olaylarını anlatma sevdası denilebilir. Yani film, Amerika'yı yeniden keşfetmeye çalışmadan, olayların perde arkasını hikayeleştirerek, geçmişin klasik filmlerini tekrarlamak istememiş. Bunun yerine belli klişeleri kitsch gibi sunarak, bilinçli bir şekilde geçmişin dezavantajlarını lehine kullanmayı becermiş. 


İnsanların son yıllardaki bu geçmişe öykünmeleri de, en büyük şansı belki de. Çünkü dikkat ederseniz başarılı filmlerin hepsinde, eskiye özlem giderme deneyimleri yaşıyoruz. Bu deneyimler de sinemanın 3D ve benzer teknolojiler yerine klasikleşmeye daha yakın durduğunu gösteriyor. 




Artist, bu duruşuyla bir nevi dönem filmlerinin, eski tekniklerin ölümsüzlüğünü bir kez daha gövde gösterisi şeklinde sunuyor. Bu bile devrim niteliği olarak görünüyor. Yani aslında sinemanın içinde bir geri dönüşüm söz konusu olduğu anlamına geliyor. 


Artist, sanat yönetimi, görüntü yönetimi olarak son derece basit olmasına rağmen, başarılı ve temiz işçiliğiyle gözde olmayı başarıyor. Özellikle de eski filmlere saygı duruşu niteliğinde olması, başrol oyuncularının sözsüz bir şekilde oyunculuğa dayalı üstün performansları, onları öne çıkartan ekstra özellikler olarak belirginleşiyor. 




Bu arada belirtmeden edemeyeceğim. Film her ne kadar Fransız elinden çıksa da, Hollywood'un ilk dönemlerini anlatan bir yapı içerisinde konumlanıyor. Buna göre çoğu Amerikalı ve İngiliz oyuncu filmde yerini almış. Bunlardan bazıları John Goodman, Malcolm MacDowell, James Cromwell, Penelope Ann Miller...


Sonuç olarak yeni bir şey yapılmıyor. Yeni bir konu da bulunmadı. Ancak insanlara bu eskilik yenilik gibi geliyor. Bu yenilik de elle itilecek bir ürün değil. Bu yüzden de sinema sevgisi bir adım önde duruyor. İnsanı iyi hissettiriyor. 




Eskiyi özleyenler, siyah beyaz film severler, o dönemi yakalayamayanlar ve kusursuz bir işçiliğe tanık olmak isteyenlere tavsiye edilir. Gereğinden fazla abartıldığı doğru. Ancak 2011 yılı, bir nevi eski tarzlara saygı duruşu niteliğindeki filmlerin yılıysa, abartılması da doğal bir tepki olarak görülebilir. Ben şahsen öyle gördüm... 







Hiç yorum yok: