Bazı insanlar hiç büyümek istemezler. Çünkü onlar için hayat yaşamak içindir. Bu yaşamın çalışarak tüketilmemesi gerektiğine inanırlar. Tabii bu düşüncelere sahip olmak için, özellikle de söylediğini uygulamak için iyi bir mal varlığının güvencesi de olması gerekir.
Mal varlığının kuvvetinden güç alarak istediğini her şeyi yapmaya başlayan bu kişiler, ölümsüz olduğunu düşündükleri en yakın kişiler öldüğünde bir anda yetişkinleşmeye başlarlar. Belki de hayatın acımasız kanunlarından biridir bu. Neticesinde de her şey anlamsızlaşır. Özellikle de boşa geçen zamanlar...
Filmin konusunu özetlersek: Arthur, zengin ve şımarık bir adamdır. Ancak çocukluğundan beri dadısı baktığından ona, bir türlü kendini toparlayamamıştır. Alkolik, savurgan, ailesinin kara lekesi bir adama dönüşmüştür. Bu yüzden de oğluna uzaktan bakan annesi, aile fonunun daha fazla zarar görmemesi için oğlunu Susan isimli zengin bir kızla evlendirmek ister. Evlenmemesi halinde mirasından men edecektir oğlunu. Bunun üzerine Arthur evlenmeye karar verir. Tabii bu karardan hemen sonra bir kıza aşık olur. Bu aşk üçgenindeki komik olaylara şahit oluruz. Tabii ne kadar komik tartışılır.
Arthur tipik bir zengin çocuk hikayesi... Her şeyi yapabilecek bir adamın, sadece zevklerine adadığı servetini kollama çalışmalarını ele alıyor. Zamanında bu tip filmleri çok yapmış Hollywood, hala aynı işleri yapmaya devam ediyor. Ne de olsa modası geçmeyen hikayeler bunlar.
Üstelik bu tip konuyu çekerken önemli isimleri yan karakter olarak filmlerinde barındırıyorlar. Bunlardan en önemlisi sanırım. Helen Mirren... Bu kadar üst düzey oyuncunun böyle projelere eklenmesi gerçekten de düşündürücü sayılabilir. Kimilerince bu olaya Oscar kazanan oyuncu sendromu diyor. Çünkü Oscar sonrası birbirinden kötü projelerde yer alarak tırnaklarıyla kazıdığı kariyerini lekeliyor.
Bu film de lekeleme filmi olmasa da, çok bir şey vermeyen bir film. Özellikle romantik komedi atmosferine baskın olan vıcık İngiliz aksanlı Russell Brand komedisi denilebilir. Tüm film boyunca itici olmaktan ileri gidemeyen bu adam, maalesef filmin vermek istediği mesajları gölgede bırakıyor.
Özellikle filmin arada kalan tür denemesi filmin bir nevi ucubeye dönüşmesine neden oluyor. Çünkü komedi deseniz gülmüyorsunuz, romantik komedi deseniz romantizmi hissetmiyorsunuz. Drama kaldı elimizde, o da bu film için birkaç gömlek üstü bir tür... Bu yüzden de daha hangi türe girdiği anlaşılmayan bu film, başlı başına klişelere mahkum olmuş.
Filmin belki de ne büyük ziyan olan karakteri Greta Gerwig'in oynadığı Naomi karakteri... Hayalleri olan ve bunun için çalışan bir kızın hikayesi, ana hikayenin önüne geçiyor. Üstelik o güzel yüzüyle seyirciyi çekiyor. Özellikle de Merkez İstasyonundaki sahneler insanın kalbini ısıtan sahneler... Ama ancak o kadar...
Zengin çocuğun klişe hikayesini seviyorsanız tavsiye ederim. Ancak aksi takdirde uzak dursanız fena olmaz. Ben şahsen filmin 60. dakikasında sıkılmaya başlayıp saatime baktım. Klişeliğine rağmen su gibi aksa, o da affedilebilir durum olurdu. Ama o da yok. Bu kadar yoklukta başka filmlere yönelmeniz tavsiye edilir.
Arthur: Who wouldn't want to marry a sexy clown.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder