Amerika da bu yolu çok deneyen ülkelerden biriydi. Bu geniş tabiri birazcık sınırlandırdığımızı düşünelim. Tek bir insanı medenileştirme uğruna yapılan eziyet bile ne kadar korkunç gözüküyor öyle değil mi? İşte The Woman filminde de bu köleleştirme tutkusunun günümüzde dahi olabileceğini insanlara anlatmaya çalışıyor. Ne de olsa manyaklar az değil.
Filmimizin konuna bakalım o halde. Cleek ailesi dışarıdan bakıldığında son derece örnek bir ailedir. Özellikle de babaları Chris, ailesine düşkün ve insanlara yardım eden bir insandır. Karısıyla beraber üç çocuğu mutlu bir şekilde yaşamaktadırlar. Chris oğluna örnek bir baba olmaya çalışıyordur. Bu yüzden de kendinde gördüğü erdemleri bir bir yansıtmaya çalışır. Ancak aile fertlerinin tekinsiz bakışlarından anlaşıldığı üzere işler göründüğü kadar normal değildir. Baba Chris'in eve getirdiği yabani bir kızı, mahzen gibi bir yere hapsetmesiyle, ailenin tüm korkuları gün yüzüne çıkar. Ailenin iki seçeneği vardır. Ya babaya yardım edip, vahşi kızı evcilleştirecek, ya da kızın kaçmasına yardım edeceklerdir. Bu ikilemin yol açtığı karmaşa, yepyeni olayları beraberinde getirir.
Yönetmen Lucky McKee, ilk olarak yaptığı "May" adlı filmle, korku severlerin takdirini kazanmıştı. Ardından yamyamlık üzerine yaptığı "Offspring" filmi çok tutulmasa da, yine sevenlerine umut verdi. The Woman ise önceki filmin bir nevi devamı gibi. Yamyamların bile ne aciz durumlara düşeceğini gözler önüne sermeye çalışan film, korku türü açısından eski, fakat bakış açısı bakımından yeni bir filme imza atmış.
Amerika'daki aşırı bağnaz ailelerin, kendi içlerinde barındırdıkları dehşeti, biraz aşırı bir dille eleştiren film, çocukların yetişmesinde ailelerin nasıl büyük bir etken olduğunu gözler önüne seriyor. Çocuklar, hastalıklı babalarının beyni yüzünden dengesiz sefil insanlara dönüşüyor. Bu yüzden de dengesiz hareketleri dışarıya sağlıksız görünüyor.
Film her ne kadar bir korku filmi olarak geçse de, bir ailenin dramını da ortaya çıkartıyor. Özellikle anne karakterinin kocasına ses çıkaramayışı, kocasının daha da şeytanlaşmasına neden oluyor. Belki savunmasız bir kadın, yapacak çok şeyi yok. Ancak tedbirlerle çocuklarını böyle bir adamdan uzaklaştırabilir. Bu tür düşüncesizlikler de yönetmenin hoşuna gitmemiş olacak ki, anneyi de filmde cezalandırıyor. Dramatik anları en bol olan kişi olsa da, yine suçlu ebeveynlerden biri olarak görüyor.
Filmin video klip mantığındaki müzik kullanımı belki de filmin en büyük handikabı konumunda. Özellikle de gereksiz eritme (dissolve) efektleriyle donatılmış geçişler, kurgunun biraz daha törpülenmesi gerektiğini bizlere hissettiriyor. Belki ezber bozmaya yönelik hareketler olsa da, korku filmlerinde sakınılması gereken bazı olaylardan biri de müziktir. Buna ilerideki filmlerde dikkat etmesini umut ediyoruz.
Şiddet sahneleri filmin öne çıkan unsurları olsa da, yine de yüzlerdeki başarılı mimikler de filmin gerilimini arttıran unsurlardan biri konumunda. Özellikle de psikopat baba rolünde Sean Bridgers son derece başarılı, ona esir yamyam kız Pollyanna McIntosh eşlik ediyor. Bu ikilinin karşılaşmaları, gerilimin en üst seviyeye çıktığı noktalar diyebiliriz.
Sonuç olarak konu itibariyle evde hapsolma korku janrı çok kullanılmaya başlandı. Başarılı örnekleri de yok değil. Bu filmi de bu başarılı örneklerin içine koyabiliriz. İnsanın içindeki şeytani yönlere eğilirken, ailesiyle problemleri olan aile fertlerinin draması da son derece yerinde veriliyor. Korku severler için altın madeni konumundaki film, 2011'in en başarılı birkaç korku filminden biri kabul edilebilir.
Belle Cleek: I never condoned what you did. Never. You just can't keep putting one thing on top of the other and expect to keep getting away with it forever. I've had it.
Chris Cleek: OK. So what are you gonna do, I mean what is your plan, what? I just would like to know, what the fuck you think you're going to do about it.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder