Bazı insanlar hayalleri olmadan yaşarlar. Onlar için yaşamak, su içmek gibidir. Hayalleri yoktur, amaçları yoktur. Bu yüzden de hiç bir şeye dair heyecan duymazlar. Bu heyecansızlık da olanları rahat kabullenmelerini sağlar. Hayata tutunmak istemeyen bu kişiler doğal olarak insanlara kötülük de yapmak istemezler. Benim bir hedefim yoksa onları neden engelleyeyim derler. İşte bu amaçsızlık insanı otlaştıran şeydir.
Henry's Crime'da da böyle bir kişiyi görüyoruz. İsmiyle filme de adını veren bu karakter, hayattan umudunu kesmiş bir karakter. Hiç bir amacı yok, bu yüzden de ruhsuzca yaşamayı tercih ediyor. Hiç bir şeyi problem etmiyor. Çatışma ortamını kafasında sıfırlamış. Peki ya mutlu mu gerçekten?
İşte tam bu noktada konumuza hafifçe değinmekte fayda var. Ne de olsa Henry belki de bu ruhsuzluğun peşinden düşmesini istiyordur. Henry, sessiz sakin bir gişe memurudur. Eşiyle birlikte sade bir yaşam sürmektedir. Ancak bir gün eski okul arkadaşlarından biri ona maçta oynamak isteyip istemediğini sorar. O da saf bir şekilde kabul eder. Ancak aslında bahsedilen maç, bir soygundan başkası değildir. Soygun gerçekleşirken, o an arabada bekleyen Henry, ne olduğunu anlayamadan polisler tarafından götürülür ve üç yıl hapse mahkum edilir. Eşi, başka bir adama aşık olduğunu söyleyip ondan ayrılır. Henry, hapishanedeki hücre arkadaşı yaşlı kurt Max ile bir konuşmasında hayattan tat alması için bir amacının olmasını söyler. Bunun üzerine Henry, amacına karar verir. Soymadığı bankayı bu sefer soyacaktır.
Klasik bir soygun filmi diyebiliriz. Ancak bu sefer soygun ikinci planda diyebiliriz. Daha çok hayatı yaşamak hakkında bir film bu. Yaşamını nasıl değerlendirdiğin, aşkı aramakla ilgili bir film bu. Bazen işler ters gidebilir. Ancak sen teslim olursan, hayat da sana tokadı atar. Bu yüzden direnmen gerekir. Henry's Crime da bunu bizlere söylemeye çalışıyor.
Filmin başındaki hapishane sahneleri, ilk başlarda acaba hapishane filmiyle karışık bir soygun filmi diye soru işareti bıraksa da kafamızda, alakasının olmadığını anlıyorsunuz. O kısmı kısa geçmişler. Hatta bu kısımdaki en kilit nokta belki de, Henry'nin terk edilme sahnesi denilebilir. Çünkü çocuk isteyen bir eşe, ne mani olabilir ki, hem de kocası hapse girmişken, kendine sığınacak bir liman arıyor. Bunun karşılığında da pek de bulaşmaması gerekn bir adama bulaşıyor. Olsun, herkesin hayalleri farklıdır. O kadınınki de buymuş meğer.
Keanu Reeves de bir değişiklik yok aslında. Yine o donuk bakışlarıyla, şaşkın bir edayla insanlara bakıyor. Öyle ki her baktığında yeni bir şey öğrenen bir çocuk gibi. Yeni bir şeyler keşfediyor gibi. Bu filmde de değieşn bir şey yok, o hale aynı Keanu ve aynı oynamaya devam ediyor. Gerçi artık biraz yaşlandığı gözlerindeki kırışıklıklardan belli oluyor.
Vera Farmiga ve James Caan ise filmin ağır topları konumundalar. Her ikisi de döktürüyorlar. James Caan özellikle insanları etkilediği anlarda büyülü bir değnek uzatıyor gibi, Vera ise zor olanı yapıyor. İyi oynayan oyuncu ile rol yapan oyuncuyu aynı anda canlandırmaya çalışıyor. Yüzündeki mimikler, jestler olsun son derece başarılı... Zaman günümüzün en dikkate değer bayan oyuncularından biri kendisi.
Senaryoya baktığımızda ise aslında çok fazla akıl oyununa rastlamıyoruz. Soygun ile tiyatro sahnesini aynı konu içinde eriterek, eski usul bir soygun filmine imza atıyorlar. Karakter odaklı senaryosuyla, aslında bir yandan da soygun umurunda değil. Çünkü bu Henry'nin hikayesi ve Henry kötü biri değil. Bu yüzden de Henry'nin sadece bu duruma ayak uydurmasını izliyoruz. Bu yüzden de senaryo bazlı çok beklentilere giren seyircilere kötü haberim var. Senaryo çok naif, ekstra bir içerik barındırmıyor. Basit bir senaryodan eli yüzü düzgün film çıkarmak istemişler ve nitekim istediklerini başarmışlar. Çünkü filmimizin eli ayağı düzgün...
Sonuç olarak iddialı olmayan, ancak kendini izlettiren bir filmle karşı karşıyayız. Başroldeki oyuncular kendini izlettiriyorlar. Özellikle yönetmenlik adına çok farklı şeyler söyleyemeyeceğim. Çünkü cesur davranıp, farklı şeylere sapmak yerine garantici bir yoldan gitmiş.
Söyleyebileceğim şu ki Keanu'yu özleyenler için kaçırılmaz fırsat denilebilir. Sırf onun mağrur bakışları için bile izlenebilir. Ortalama bir film olsa bile.
Julie: Aren't you guys worried about getting caught?
Max: It's kind of a win-win situation for me.
Julie: Why?
Max: I like jail.