Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

6 Kasım 2011 Pazar

My Son, My Son, What Have Ye Done (2009)



Sinemanın duayenleri her daim film çekmiyorlar. Bu yüzden de filmleri piyasa gördüğü zaman hemen izlemek gerekiyor. Bunlardan biri de Werner Herzog... Bir sürü sinemasına ara verip, belgesellere ağırlık verdiği sinema kariyerinde, son yıllarda üst üste filmlerle adeta gövde gösterisi yapıyor. 


İşte o filmlerden birisiyle daha beraberiz. Çok uzun olmadı. Yıl 2009 ve Werner Herzog kariyeri boyunca aslında çok fazla örneğini vermediği polisiyeler üzerinden ilerliyor. "My Son, My Son, What Have Ye Done", uzun ismiyle olduğu kadar kadrosuyla da dikkat çekici bir yapım konumunda.




Kadrosunda Michael Shannon, Willem Dafoe, Udo Kier ve Chloe Sevigny gibi oyuncularla oturaklı bir dengeyi tutturuyor filmimiz. Filmdeki bu dört karakterinde birbirleriyle karşılıklı ilişkileri söz konusu, bu ilişkiler doğrultusunda olay çözülmeye çalışılıyor. 


Oğlum, Oğlum, Ne Yaptın Sen diye Türkçe'ye çevirebileceğimiz filmin konusuna şöyle bir göz atalım: Detektif Hank, arabada ortağı ile gitmekteyken, bir anda bir cinayet anonsuyla olay yerine intikal ederler. Yaşlı bir kadın öldürülmüştür. Görgü tanıkları öldüren kişinin Brad McCullum adlı olduğunu ifade ederler. Üstelik öldürdüğü kadın da annesidir. Bunun üzerine karşı eve giderler. Karşı evde Brad, iki rehineyle beraber evde durmakta olduğunu söyler. Bunun üzerine klasik prosedürler uygulanmaya başlar. Tabii olayın içine Brad'in nişanlısı Ingrid ve tiyatro yönetmeni Lee Meyers girmesiyle olaylar aydınlanmaya başlar. Hank, bu iki kişiyi sorguya çekerek olayın perde arkasını öğrenmeye başlar.




Werner Herzog, filmin içerisinde genelde çok kullandığı kurgu oyunlarını bu filmde de uygulamayı tercih etmiş. Örneğin bu filmde paralel kurgudan yararlanılarak, hem günümüzdeki polis kuşatmasından hikayeyi takip ediyoruz. Hem de olayın tanıklarının anlattığı geçmişe dair hikayeleri izleme şansı buluyoruz. Bunun üzerine geçmişte olanlarla, günümüzde olanlar arasında yavaş yavaş örülen bir bağ ortaya çıkıyor. 


Aynı zamanda Herzog, ne kadar polisiye bir film yapsa da, aslında hayatı boyunca en iyi yaptığı doğanın içinde geçen filmler temasından çok uzaklara gitmiyor. Çünkü flashbacklerde karşımıza çıkan maceracı adam kimliği ile Peru'nun güzel manzaralarına tanık olabiliyoruz. Üstelik diğer tanıdık bir tema olan Tanrı inancı da filmin genel dokusunda yer ediniyor. 




Kendi içinde bir evrim geçiren ana karakterimiz, hayatında yaşadığı anlık bir sezi sonrası, Tanrı'yla birebir iletişim kurabildiğini sanır. Michael Shannon kesinlikle böyle dini temalı rollerde, çok iyi iş çıkartıyor. Bunun gibi bir örneğe de Boardwalk Empire dizisinde rastlayabiliriz. Tanrı'yı gördüğünü iddia eden bu karakterin, artık her duyduğu, gördüğü şeye bir anlam katarak şekilcilik yapması, karakterin kendi iç bağımsızlığa kavuşmayı istediğini gösterir. 


Bunun en büyük nedenlerinden biri de, annesinin yoğun baskı uygulaması olarak kabul edilebilir. Ne de olsa yaşı belli bir olgunluğa ulaşmış insanlara, saplantılı bir anne baskısı uygulamasının bazı dezavantajları olabilir. Bunun sonucunda da oynadığı bir tiyatro oyunundaki büründüğü karakteri, gerçek hayata yansıtarak, psikolojisinin son derece bozuk olduğunu görebiliriz. Böyle bir karakterin her türlü şeyi yapabilme gücü vardır. 




Nitekim filmin finalinde çoğu seyircinin tahmin edebileceği bir finalle karşılaşıyoruz. Tabii bazı küçük ayrıntıları gözden kaçıran izleyiciler için o kadar basit bir final olamayabilir. Ancak sürprizi son derece vasat bir final olduğu da aşikar. 


Sonuç olarak Werner Herzog, tüm çabasına rağmen filmin vasat bir film olmasını engelleyemiyor. Çok da heyecan vermeyen senaryosu, zaman zaman skeç tadında olan sahneleri ile, tam olarak sinema hissine kavuşmak söz konusu değil. Daha çok televizyon için yapılmış filmlere daha uygun gibi. Özellikle de senaryosu bunu gösteriyor. 




Yine de Werner'in hatrına ve Shannon'ın iyi oyunculuğu için izlenebilir. Bunun dışında vasatlıktan öteye gidemiyor. Bu arada filmin adı da ölen annenin son sözünden geliyor. 




Brad McCullum: God is here! But I don't need him anymore! 




***




Brad McCullum: I mean I'm not going to take your vitamin pills, I'm not going to drink your herbal tea, I'm not going to the sweat lodge with a hundred-and-eight year-old Native American who reads Hustler magazines and smokes cool cigarettes. I'm not going to discover my boundaries; I am going to stunt my inner growth and I think I shall become a Muslim-call me Faruch. 




Hiç yorum yok: