Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Immortals



Gün geçmiyor ki, yeniden Yunan mitolojisinden bahseden yeni bir film çıkmasın. Immortals da bu mitlerden beslenen bir film. İzleyicilerine bolca aksiyon vaat ediyor. Tabii bunun yanı sıra estetik kaygılarım da var diyor. Bu yüzden de insan kendini izlememek için zor tutuyor. Zaten ben de şahsen tutmadım. 


Immortals, The Cell ve The Fall filmlerinin yönetmeni Tarsem Singh'ın yeni filmi olmasıyla da heyecan yaratan başka bir etken. Ne de olsa her iki filminde de estetik kaygılarını devam ettirerek, sinemanın öncelikli olarak görsel bir sanat olduğunu hatırlatıyor. Bu yüzden de ilgi çekicliğini hiç yitirmiyor. 




Filmimizin konusu ise mitolojik filmlerde pek sık görünen konulardan birisi denilebilir. Tanrıların Titanlarla olan savaşı sonrası, Tanrılar kazanarak, Titanları bir tapınağa hapsetmişlerdir. Bu tapınağın kilidi sadece Tanrısal bir güce sahip olan Epirus Yayı sayesinde açılacaktır. Böylece Titanlar serbest kalınca, insan ırkı Tanrılara karşı savaş açabilecektir. Hyperion isimli barbar bir ırk ise Epirus'un yayına ulaşıp, Tanrılara savaş açmak istiyordur. Bu yüzden de önüne gelen her köyü yağmalıyorlardır. Bu köylerden birinde Theseus isimli bir genç vardır. Zeus'a göre insanların kumandanı o olmalıdır. Çünkü ondaki irade kimse de yoktur. Hyperion kralı, Epirus'a ulaşmanın tek yolunun bakire kahin olduğunu düşündüğünden, onu ele geçirmeye çalışır. İyiyle kötünün mücadelesi yine nefesleri keser. 




Tarsem Singh, filmin içinde oluşturduğu renk paletiyle, kullandığı slow motionlarla etkileyici bir tasarım yapıyor. Genelde canlı renkleri tercih eden yönetmen, bu sefer taraflara göre şerbet vererek, kötüleri koyu renkleriyle, iyilerin parlak zırhlarını, kadınların kırmızı renkli cübbeleriyle birleştiriyor. Bu renk uyumu filme ayrı bir anlam katmayı başartıyor. 


Bunun dışında sinemada bir farklılık yaratarak, şu ana kadar görmediğim kadar ezik Tanrıları yaratmayı başarıyor. Bu kadar çaresiz Tanrıların olduğu bir film daha önce izlememiştim. Bir nevi Tanrıları insanlaştırarak onlara karşı empati kurmamızı sağlamaya çalışsa da, biz yine de bu değişime alışkın değiliz. Bu yüzden de Tanrıların dayak yemesi seyirciyi şoka uğratabiliyor zaman zaman. Titanlara karşı bariz bir şekilde çaresiz kalıyorlar. Tanrılara acıyacağım durumların olacağı, daha önce söylense belki inanmazdım ama bu filmde bariz bir şekilde görme imkanı buldum. 




Filmin bariz bir şekilde açık ara en iyi oyuncusu Hyperion kralı rolüyle Mickey Rourke... Rolüne o kadar iyi giriyor ki, sanki kötülüğün ayaklandığını hissediyorsunuz. Tek başına korku salıyor. Hatta Tanrılardan daha ürkütücü bir hal alması, filme değer katıyor. Özel tasarım miğferi ise başlı başına yaratıcı bir tasarım örneği. Filmin gerilim unsurunu tek başına üstlenmesi onun küllerinden doğan kariyerine iyi bir performans olarak ekleniyor. Kimbilir belki de Wrestler ile yapamadığını, ileride başka bir filmle yapar ve çok hakkettiği oscarına bir gün kavuşur. 


Filmin en büyük falsolarından biri ise klasik Hollywood klişelerine zaman zaman yenik düşmesi denilebilir. Örneğin vahşi bir savaşın ortasında, darbe alan kızına yardım edip onunla ağır bir şekilde konuşması, film içi gerçekçiliğine damga vuruyor. Bu yüzden de ne kadar gereksiz bir hareket bu diyebiliyorsunuz. Bunun yanı sıra, rahibin peşinden gidip, tuzağın içine bile bile düşen adamlarımız mantıksızlığın kitabını yazarak yersiz kimi hareketlerini tekrarlıyorlar. 




Koreografiler harika hazırlanmışlar. Bu estetik tutumun sonucunda dövüş sahnelerinin görselliği daha izlenebilir kılınmış. Yan açıdan çekilen kimi savaş sahneleri, zaman zaman Oldboy'u hatırlatsa da, bu açı sanırım dövüş sahneleri için en ideal açı olarak yorumlanabilir. 


Frieda Pinto, tüm güzelliğini cömertçe sergilerken, yeni süperman Henry Cavill de yeni aksiyon starı olabileceğini gözler önüne seriyor. Filme uyum sağlayarak, filmin içindeki rolüne kolayca bürünebildiğini gösteriyor. Stephen Dorff ve John Hurt ise ortama performanslarıyla durumu idare ediyorlar. 




Filmin en önemli özelliklerinden biri de, şiddet ve kandan kaçınmaması olarak değerlendirilebilir. Çünkü genelde bu tip filmlerde, tepki çeken kısımlar olabiliyor, özellikle de ana kitle Amerika'daki seyircilerse...


Hikaye olarak çok fazla söz söyleyemese de, kafa boşaltıp aksiyona gömülmek isteyen seyirciler için birebir... Singh'ın estetiğini sevenlere önerilir...




Hiç yorum yok: