İnsanlar için aileler çok önemlidir. Aileler çocuğun gelişiminde önemli yer tutarlar. Tabii aileden ne görüyorsa, eğitimle birleşerek karakterine şekil verir. Tabii her aile klasik anlamda çocuklarını yetiştiremezler ve bunun sonucunda çocuklar da, aileleri gibi problemli olurlar.
Igby Goes Down da işte tam bu konuyu işliyor. Ailelerin veremediği sevgiyi, başka yerlerde arayan bir çocuğu mercek altına alıyor. Yapılan her hatanın, gelişim sürecinde nedenlerinin olduğunu; buna göre de istenmeyen sonuçlarının çıkabileceğini söylüyor.
O halde hemen filmin konusuna değinelim. Igby, genel olarak küçüklüğünden itibaren annesinden sevgi göremeyen bir çocuktur. Ağabeyi Oliver, kardeşine nazaran daha çok annesine çekmiştir. Kendi içinde ona göre şekillenen bir karakter yarattığından dolayı, hayata daha rahat tutunmayı başarmıştır. Igby ise babasına daha yakın durur. Babası ise annesine katlanamaz ve psikolojik nedenlerden aklını yitirir. Bu yüzden de babasını bu hale getirdiği için annesine öfke duyar. Öfkenin sonucu olarak, her okuldan atılan sorunlu bir çocuk haline gelmiştir. Annesi dayanamaz ve onu askeri okula gönderir, sonrasında da kilise okullarından birisine... Igby ise artık profesyonel hale geldiği okulları alt etme olayını bir adım öteye götürür. Daha önce annesiyle ilişkisi olmuş DH'in yanında çalışmayı, kurtuluş olarak görür. Böylece bulduğu bu ortamlarda kendine yeni arkadaşlar edinmeye başlar.
Bir nevi sorunlu çocuk profilinin işlendiği filmde, insan filmi izlerken aklından şu soruyu geçirir: Bu çocuk farklı bir ailede olsa nasıl olurdu acaba? Belki de farklı olurdu diye de içinden geçirir seyirci. Çünkü aile elemanlarını tek tek değerlendirdiğimizde, neden böyle olduğu gayet açıktır.
Susan Sarandon, anne rolünde sürekli hastaneye giden, bunalımlı katlanılması güç bir kadındır. Devamlı haplar alır. İçindeki tüm öfkeyi kocası ve çocuklarından çıkarır. Tahammülü bu zor kadın seven neredeyse kimse yoktur. Nitekim annenin ölümü, neredeyse kimseyi üzmeyecektir.
Bill Pullman yani babamız da daha önce bahsettiğim gibi depresif aklını yitiren ama oğlunu da çok seven bir babadır. Ancak sonu kötü olduğundan oğluna yol gösteremez. Ryan Philippe'nin oynadığı ağabey ise okullarında hep başarılı olmuş, geleceği parlak bir gençtir. Her zaman fırsatçılığın peşindedir. Zengin olmak onun da bir nevi kaçış planıdır.
Igby işte bu tip sorunlu bir aileden kaçmaya çalışadursun. Yeni yaşamaya başladığı ortamda, vaftiz babası DH'in metresi Amanda Peet'in oynadığı Rachel karakterinin evinde yaşamaya başlar. Ancak o karakter de uyuşturucu bağımlısı, hayatını kazanmaktan çok metresi olduğu adamların üzerinden geçinmeyi tercih etmiştir. Hatta bu olayı örtbas etmek adına sanatçı kimliğinin altına saklanır.
Igby'nin rastgele tanıştığı Rachel'ın arkadaşı ya da arkadaş demeyelim uyuşturucu satıcı Russel, bir anda hayatına girer. Uyuşturucu karşılığında Hem Rachel ile yatar, hem de o da sanatçı kimliğinin arkasına saklanır. Bir nevi sanatçı demek, bu film için maskenin ardına saklanmakla aynı şeydir. Russel, bulaşılmaması gereken bir adamdır. Ancak Igby çaresizdir. Bu yüzden onun yanında çalışacak kadar ileri gider. Onun dağıtımcısı olur.
Tabii Igby'nin arkadaşı Sookie vardır. Clare Danes'in canlandırdığı bu karakter de ayrı bir sorunludur. Ancak diğerlerine göre daha rahattır. Bu yüzden de ona ilgi gösteren herkesle yakınlaşmaktan çekilmez. Bu yüzden de bir anda Igby'nin seks partneri olur. 17 yaşında bir çocukla birlikte olduğunun farkındadır. Ancak bu onu çok da rahatsız etmez. Bohem bir tarzda görünse de, onun da hayalleri vardır. Arkadaşa olarak Igby'e destek olsa da, arkadaşını üzecek şeyler yapar.
Neredeyse her karakterin sorunlu olduğu bu filmde, Igby de hayatını kurtarmanın yollarını düşünüyordur. Kafasında her zaman bir kaçış opsiyonu vardır. Ancak hiç cesaret edemez. Bu savrukluğun içinde cool davranışlarla kadınların da bir anlamda gözdesi oluverir. Bu yüzden ki, filmdeki kadınların bir kısmıyla cinsel deneyimler yaşar.
Bu sorunlu tabiatın içinde köşeye sıkışmış insanları görürüz. Hep bir arka kapı aramaktadır. Ancak hepsi biliyordur ki, o kapı yüzlerine kapalıdır. Bu yüzden de durumlarına alışmak zorundadırlar. Bu insanların hikayelerini görürüz.
Klasik bir bağımsız film örneği olan Igby Goes Down, son dönem Amerikan bağımsızlarının gittiği yoldan giderek, gücünü oyunculuklara dayar. Güçlü oyunculuklar filmin en büyük silahı olmakla beraber, bizlere hayatın sillesini yiyen insanları anlatır. Filmin senaryosuna da övmek lazım. Çünkü içinde barındırdığı diyaloglar, son derece akıllı yazılmış. Bu yüzden de takdiri hak ediyor.
Drama severler için birebir bir film. Çok fazlasını beklemeyin ama...
Sookie: What kind of name is 'Igby'?
Igby: The kind of name that someone named 'Sookie' is in no position to question.
Igby: She's a dancer who doesn't dance and her friend is a painter who doesn't paint. It's kind of a Boho version of the Island of the Lost Toys.
Sookie: You call your mother "Mimi"?
Igby: "Heinous One" is a bit cumbersome.
Igby: And Medea was taken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder