Son dönemde ülkemizdeki kadına şiddet olayları malum arttı. Kadınlar çaresizce yediği dayaklarla, uğradıkları tacizlerle kalıyorlar. Hukuk ne yazık ki adil kararlar alamıyor. İşte bu olayların üzerine bu film de bir nevi aynı konuyu işliyor. Tamam filmin hikayesi biraz daha farklı olabilir. Ancak kadına şiddet ve tecavüz nerede olursa olsun başlıca sorunlardan biri maalesef.
Kadınları suçlarken kullanılan çok bir koz var erkeklerin: Tahrik edilmek... Daha da komiği mahkemeler bunu direkt olarak hafifletici neden olarak görüyorlar. Bu da işin içinden çıkılmaz hale gelen bir durumu işaret ediyor. Adalete ne kadar güvenebiliriz? İşte The Accused da bunu ele alıyor.
Filmin konusu aslında çok uzun sayılmaz. Sarah Tobias isimli bir kadın, barın birinde toplu tecavüze uğruyor. Bunun sonucunda polise başvuruyor. Yapılan tespitler ve süreç sonunda, onun hakkını koruyacak olan avukat Kathryn Murphy bu olayın başına atanıyor. Murphy, tecavüze uğrayan kadının daha önce suçlu olmasından dolayı ve pek de matah olmayan geçmişi yüzünden olaya sıkı sarılmıyor. Bunun neticesinde de tecavüz edenler en hafif cezaya mahkum oluyorlar. Sarah bu durumu kabullenemiyor ve avukatına öfkesini kusuyor. Bu tepki belki de dönüm noktası oluyor, çünkü Murphy hata yaptığını anlıyor. Yeni bir dava açılırken, iki kadın bu süreç içinde birbirlerini daha yakından tanıma şansı buluyorlar.
Aslında temelinde bir mahkeme filmi The Accused. Fakat filmin ilk yarısında madur bir kadının iç dünyasına inerek, filmi aynı zamanda bir karakter filmine dönüştürüyor. Gerçeğin ortaya çıkmasına çalışan ana karakterler, önüne çıkan erkek hegemonyasına karşı çatışıyorlar. Bir nevi kadın - erkek arası savaşa dönüşüyor bu dava...
Genel olarak haklı madur kadın hikayelerinde pek de rastlanmayan bir konuya parmak basıyor film: Herkesle yatan uygunsuz bir kadının hakları nasıl korunabilir? Uygunsuz derken, pek de uygun olmayabilir ama sürtük demek daha kesin bir ifade sanırım. Bu tip kadınlar, genelde halk tarafından pek hoş karşılanmazlar. Bu yüzden de herkes tarafından bir önyargı oluşuyor. Kadının şov yaptığı iddia ediliyor. Bu da filmin çıkmaz yönü olsa gerek.
Tabii temel prensibe bakıldığında, baş karakterimiz ne kadar hayatı boyunca böyle kayıp bir kişiliğe sahip olsa da, o da insandır ve onun da hakları vardır varsayımından yola çıkıyor. Ne de olsa üstü örtülen bunun gibi binlerce dava var. Bu yüzden de sırf Amerika ile sınırlamazsak sayısı tahmin edilemeyen bir çokluğa varıyoruz. Hatta filmin sonunda bu tip bir istatistik veriliyor. Amerika'da her 6 dakikada bir kadın tecavüze ya da tacize uğruyor deniliyor. Bu da son derece ciddi bir rakam...
Judie Foster'ın oynadığı karakter Sarah, alkol ve uyuşturucu bağımlısı bir kadın... Ailesi tarafından bir köşeye atılmış, karavandan çatma bir evde yaşıyor. Ona pislik gibi davranan uyuşturucu satıcısı sevgilisiyle birlikte, tamamen hayattan soyutlanmak istiyor. Üstelik güzel ve alımlı bir kadın. Bu yüzden de her erkeğin dikkatini çekiyor. Tabii bu tip olay, şiddet ve tecavüzle yapılınca ciddi bir suç olayına dönüşüyor.
Hatta en yakın arkadaşı bile kendine zarar geleceğinden korkarak arkadaşına sırtını dönüyor. Bu da yalnız bir kadın olduğunu, tüm seyircilere anlatıyor. Bu yüzden hayatın sillesini yemiş bu kadın, erkeklerin seks oyuncağı olmadığını göstermeye çalışıyor. Ona karşı yapılan ayıbı, herkesin duymasını ve maduriyetini kabul ettirmek istiyor. Belki de kendisine olan saygısını ancak böyle kazanabilecektir. En azından hayata yeniden sarılacaksa...
Judie Foster, Sarah rolünde adeta döktürüyor. O kadar iyi ki, onun Judie Foster olduğunu anlayamıyorsunuz. Zaten filmin çekildiği yıllarda, önüne gelen çoğu ödülü süpürmüş bir performansla karşı karşıyayız. Nitekim o yılın oscarlarında da en iyi kadın ödülü kucakladı.
Film görsel tavrına baktığımızda, film olayı tüm çıplaklığıyla göstermekten çekinmiyor. Özellikle ana olayı göstermek için filmin sonlarındaki mahkeme sahnesini bekliyor. Böylece olayın çarpıklığını daha rahat görebiliyoruz. Tabii 8o'lerden çıkma enfes müziklerin de filme atmosfer bakımından büyük katkısı olduğunu söylemek de yarar var.
Davayı bir kenara bıraktığımızda ise iki kadının dostluğa giden dayanışmasını izliyoruz. İdealist bir kadının, başka bir kadın için gayreti takdire şayan bir şekilde resmediliyor. İki insan birbirini tanıdıkça, aslında birbirlerinden farklı olmadıklarını anlıyorlar. Tek farkları yetiştikleri ortam ve eğitimleri olduğu ortaya çıkıyor. Bir nevi insani bir film diyebiliriz.
Sonuç olarak güçlü Judie Foster performansı için bile izlenebilecek bu filmi, şiddet uygulayan erkeklerin mutlaka izlemesi lazım. Gerçi izleseler ne olacak? Odun her zaman odundur. Sinema ne kadar gerçekleri gösterse de, insanlar duyularını kapattıklarında gerçekleri görmezden gelebiliyorlar. Olsun bu film yine de, bazı insanların görüşlerini değiştirebilirse ne mutlu...
Belki bir gün gerçekten kadın ve erkeklerin eşit şartlarda yargılandığı bir hukuk sistemi olur. İnanmaktan vazgeçmeyenlere gelsin bu film...
Sarah Tobias: You don't understand how I feel! I'm standing there with my pants down and my crotch hung out for the world to see and three guys are sticking it to me, a bunch of other guys are yelling and clapping and you're standing there telling me that that's the best you can do. Well, if that's the best you could do, then your best sucks! Now, I don't know what you got for selling me out, but I sure as shit hope it was worth it!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder