Büyümek zor iştir. Karşınıza sürekli problemler çıkar. Okul bir sorundur. Aile içi sorunları saymazsınız bile. Gelecek problemleri ise en büyük stresi yaratır insanın üzerinde. Kendinizi hiç olmadık insanlarla karşılaştırırsınız. Şu adam şunda başarılı, bu adam bunda başarılıdır. Siz ise onlara uzaktan bakarsınız. Ne yapsanız fayda etmez. Bu yüzden de kızlar onlarla beraber olur.
Klasik gençlik sorunlarından başkası değildir anlattıklarım... Ancak bizler için sıradan görülse de, çoğu gencin bu sorunları dünyanın sonu gibi görmesi muhtemel bir olay haline geliyor. Hatta kimileri bu baskıya dayanamayıp intiharı bile deniyorlar. İşte tam bu noktada hikayemiz başlıyor.
Craig intihar etmeyi düşünen bir çocuktur. Ancak bunu engellemek adına, intihar eğilimli olduğunu söyleyerek kliniğe yatmak ister. Yetkililer de bunu dikkate alarak en beş gün gözetim altında tutmaya karar verirler. Ancak Craig bu fikrinden çabuk vazgeçer. Çünkü bulunduğu klinik çatlaklarla doludur. Bu yüzden de orada bulunmak istemez. Ancak oda arkadaşı yatağından hiç çıkmayan Mısırlı Muqtada, sese fazla duyarlı yahudi Solomon gibi kişilerden ürker. Tek tesellisi normal gibi görünen bilgece öğütler veren oradaki ilk arkadaşı Bobby ve intihar eğilimli güzel kız Noella'dır. Craig, hastaneye alışmaya başladıkça, kendindeki sorunları da gözden geçirme şansı bulur. Belki de yeni bir kapı aralanıyordur.
Kısaca özetlenirse, It's Kind of a Funny Story'e büyüme hikayesi diyebiliriz. Ne de olsa karşımızda kafası karışmış bir genç adam var. Okuldaki en iyi arkadaşının fazla başarılı olması ve hep yakınlaşmak istediği kızı kapmasıyla dengesi alt üst olmuş. Bunun yanı sıra hassas anne ve tam tersi duyarsız baba ve üstün zeka kardeşinin beklentileri altında ezilmiş. Bu da onun depreasif bir döneme girmesine neden olmuş. Gençlik hikayelerinde sık gördüğümüz kendini bulmaya çalışma hikayesiyle baş başayız. Bir yandan bu maksatla günümüz gençliğinin ne kadar intihara meyilli olduğunu ve çok fazla ilaç kullanan gençliğe karşı bir eleştiri yollamak temel amaçlardan biri olarak görülüyor. Neden bu kadar fazla ilaç kullanıyoruz ki?
One Flew Over the Cuckoo's Nest, belki de akıl hastanesi filmleri içinde ilk akla gelen filmdir. Bu filmi izleyince yine o geliyor aklımıza. Birbirinden ilginç tipler, farklı nedenlerle hayatın darbesini alarak akıl hastanesine düşmüşler. Bu da bir nevi One Flew Over the Cuckoo's Nest'te olduğu gibi bu karakterlerin anatomisini bizlere sunuyor. Böylece halimize şükretmemiz için fırsat tanıyor. Tabii bu sefer baş rol karakterimiz Craig'in gözünden bakıyoruz olaya.
Bu yönüyle bile akıl hastanesi filmlerinin gençlik filmi versiyonu bile diyebiliriz. Craig'in beyninin içinde düşündüğü şeylere tanık olurken, yaratıcı bir görsellik bizleri bekliyor. Örneğin bazen geçmişe gidiyoruz, bazen ise çizgi bir dünyada yerimizi alıyoruz. Tabii ihtimalleri hiç söylemiyorum. kim kafasında bu ihtimal olsa nasıl olurdu diye düşünmez ki? Özellikle de 16 yaşında bir gençseniz. Üstelik şanslı bir çocuk o. Bu deneyimi sayesinde kendinde keşfedemediği yetenekleri ortaya çıkarırken, bir yandan da kafasını kemiren sorunlara çare bulmanın yollarını keşfediyor.
Tam bir bağımsız yapım görünümündeki filmimiz, yönetmenlerinin serbest çalışmasıyla seyri güzel tatlar sunuyor bizlere. Belki bu filmi yıllar geçtikçe unutacağız. Ancak filme rastladığımız her yerde güler bir yüzle bakacağız. Çünkü kendi içinde sımsıcak bir film. Dramatik anlara bile, olumlu yaklaşamaya çalışıyor. Bir nevi bizden kötüleri var, hayat devam ediyor. Tutun hayatına demek düşüyor bize.
İyi seyirler...
Bobby: I don't get wrapped up in a bunch of stuff I can't have.
Johnny: Relax, it's just for fun, bro.
Bobby: That's not fun. That's propaganda, man. All those Madison Avenue types telling you how to live your life. Fast cars, hot chicks... Reese's Pieces... Gucci... Werther's Original. I don't buy into that bullshit!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder