Sür... Sadece arabayı sür... İşte senin işin bu!
İnsanlar sinemaya neden giderler? Herkesi bilemem. Ben filmlerin içindeki tutku için giderim. Öyle bir tutku olsun ki, film bittikten sonra bile büyüsü beynimde sürsün. "Drive" kesinlikle öyle bir film...
Bir adam düşünün. Hayatta çok fazla isteği olmayan ve hayatı basit algılayan birisi. En büyük tutkusu arabalar... Arabaların olduğu her yerde bir şey yapabilir. Çünkü bir nevi araba, onun organı gibi. Nasıl kalbimiz, beynimiz, böbreklerimiz varsa, onun da bir organı arabanın kendisi. Böylece arabanın içinde kendini çok rahat hissediyor. Ne yapacağından o kadar emin ki, telaşlanmıyor bile.
Çok basit bir adam demiştik ya, o adam komşusuna tutuluyor. Tüm soğukkanlılığıyla, kızımız ise ona karşı boş değil. Fakat hapiste olan bir kocası var. Bu yüzden de ona yeterince yaklaşamıyor. Belki de mutluluğu çok tadamayan bir kadın olduğundan. Küçük oğlu için en iyisini istiyor.
Sürücü ise pek konuşmayan bir tip. Duygularını bakışlarıyla anlatmaya çalışıyor. Problemlerini kendi hallediyor. Başkalarını buna alet etmek istemiyor. Bu yüzden de keskin sınırları var. Bu sınırlarının dışına çıkmıyor. O kadar idealist ki, insanların beklemediği şeyleri yapabiliyor. Tıpkı Clint Eastwood filmlerindeki gibi. Ya da spagetti westernlerde olduğu gibi. O yalnız bir adam... Yanında ona inanan insanlar var. O eski kahramanların, modernize edilmiş hali...
Ryan Gosling, pek konuşmadan çok şeyler anlatabiliyor. Bu filmde adeta gövde gösterisi yapıyor. Dimdik, kendine güvenen ama pek kendini kelimelerle ifade etmek istemeyen bir adam... Az mimik kullansa da, bakışlarıyla çok şey anlatan bir adama dönüşüyor. Bu rol için olabilecek en iyi iki adaydan biri belki de. Diğeri için Mads Mikkelsen söylenebilirdi.
Carey Mulligan ise Ryan Gosling ile mükemmel bir uyum içinde. Öyle ki onun konuşmasına da gerek yok. Çünkü o da güzel yüzündeki mimiklerini son derece iyi kullanıyor. Bakışları sözlere bedel bir halde.
Bryan Cranston, inancını kaybetmeyen, geçmişini arayan kaybeden bir adam. Belki de kendisini sürücümüzde görüyor. Bu yüzden de ondaki yeteneği harcamak istemiyor. Yine de talihi çok iyi gitmeyen bir adam, bu yüzden yapabilecek çok şeyi yok. Bryan Cranston'a bir şey söylemek ne mümkün. Yine kusursuz bir oyunculuk sergiliyor.
Nicolas Winding Refn'e ise şapka çıkartmak gerekiyor sadece. Sinemasından kesinlikle ödün vermeden, Hollywood'a girişini yapıyor. Diğer filmlerinde kullandığı müzik anlayışını bu filme de yansıtarak retro bir aksiyon filmi yaratıyor. Hareketli kameralar, bir an için bile durmuyor. Zaman zaman videoklip havasına bürünen film, görsel bir şahesere dönüşüyor. Filmin içinde yine Refn'in alışagelen suç dünyası var. Yine grafik şiddetinden vazgeçmiyor. Kan yeri geldiğinde oluk oluk akıyor. Koyulabilecek sansürler umurunda bile değil. Bu yüzden de Cannes'da haklı bir en iyi yönetmen ödülü aldı. Belki biraz erken aldı ama bu fırsat her zaman eline geçer miydi bilinmez. Oyunculardan daha fazla randıman almak adına diyaloglarda kısıntıya gittiği söyleniyor ki, bu da olumlu bir müdahale olmuş.
Filmin içinde belli göndermelere de yer verilmiş. Spagetti westernlerden bahsetmiştik. Bunun dışında bir sahnede dublör olarak giydiği maskelerden birini giyiyor ve bir anda Michael Myers'a dönüşüveriyor. Son derece başarılı seksenler göndermeleri mevcut filmin içinde.
Filmin adeta ruhu olan müzikler ise muazzam... O kadar başarılılar ki, filmin içine çok kolay girebiliyorsunuz. Atmosferi, gerilimi vermekte zorlanmıyor.
Drive, adeta bir underground bir başyapıtı gibi. Film muhtemelen kültleşecek, belki de günümüz klasikleri arasına girebilecek nitelikte...
Belki de seyircileri ikiye bölebilir. Lakin ben aşık olanların tarafındayım. Bazen sadece sürmek gerekir... Bu film de bu işi çok iyi yapıyor.
Driver: If I drive for you, you give me a time and a place. I give you a five-minute window, anything happens in that five minutes and I'm yours no matter what. I don't sit in while you're running it down; I don't carry a gun... I drive.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder