Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

24 Ekim 2011 Pazartesi

Le Havre



Sinema izleyen insanlar üçe ayrılırlar. Basit filmleri sevenler, karmaşık filmleri sevenler ve Aki Kaurismaki severler... Neden böyle bir ayırım yaptığımı soranlar olacaktır. Neden açık... Aki'nin sineması kalıplara sığmayan bir sinema... Bu yüzden de farklı bir seyirci kitlesi var. 


Aki, yeni filmini filmin adından anlayacağımız üzere Fransa'da çekti. Çünkü filmin konusuna en yatkın yer orasıydı. Belki de Afrikalı mültecilerin en çok göçtükleri ülke olarak Fransa gösterilebilir. Ne de olsa zamanında çoğu yer Fransız sömürgesi olmuştu. Bununla paralel olarak ana dilleri Fransızca olan bazı Afrika ülkeleri, kurtuluşu bu ülkelerde bulmaya çalışıyorlar. Ancak bu sefer durum biraz farklı...




Le Havre'ın konusu, her Aki Kaurismaki filminde olduğu gibi basit... Marcel, ayakkabı boyacılığı yaparak hayatını kazanan bir adamdır. Karısı Arietty ve köpekleri Laika ile yaşamaktadır. Ancak karısının bazı ağrıları nedeniyle karısını hastaneye yatırmak zorunda kalır. Bu yalnız kaldığı sürede Marcel kendine yeni bir arkadaş edinir. İdrissa adında mülteci Afrikalı bir çocuk... Tek hedefi ailesiyle birlikte İngiltere'ye gitmektir. Ancak malum üçkağıtçılar, İngiltere yerine onları Fransa'ya yollarlar. Bunun üzerine ailesi göçmen bürosu tarafından göz altına alınan İdrissa, Marcel'in ve mahalledeki sakinlerin yardımlarıyla İngiltere'ye gitmeye çalışacaktır. 


Aki'nin klasik, kendine özgü mizahıyla süslü bu film, son derece minimalist sanat yönetmenliği, basit kurgusu ve basit senaryosuyla, kafa karıştırmayan, sürprizler vaat etmeyen ama nasıl yapıyorsa sürükleyici ve yüz gülümsetici sinemasıyla seyircileri kalbinden vuran bir film...




Çoğunlukla orta planın kullanıldığı filmde, renklerin pastelimsi tonları modern bir masalın içinde olduğumuzu hissettiriyor. Ancak diğer yönden bakınca ortada bir masal söz konusu değil. Gayet gerçekçilik sizlere sunulmuş durumda. Bu da Aki'nin sinemasının sırrı denilebilir. 


Bir dönem Türk sinemasında çokça yapılan mahalle filmlerine de benzerliğiyle dikkat çeken film, Türk seyircisine çok uzak olmayan bir seyir izliyor. Ne de olsa bizler yardımsever mahalle sakinli filmlere alışkın insanlarız. Filmlerdeki kötü adamlarımız bile zaman zaman sempatik olduğundan, seyircinin kalbinde yer edinmiş bir film diyebiliriz. 




Filmin en büyük sürprizi belki de müfettiş karakteri, son derece gizemli bir karakter aslında, ancak bu gizemi kötü bir yönünü saklamıyor. Tam tersine sıcak bir yüreği saklamaya çalışıyor. Ne de olsa işine bağlı bir adam o. Bu yüzden de prensiplerinden vazgeçen bir tip değil. Bu yüzden de kötü adamı bile iyi olan bir filmle karşı karşıyayız. 


Filmdeki unutulmaz anlardan birisi de Little Bob konseri desek yeridir. Son derece başarılı rock şarkılarına imza atılan bir konserde, barın müdavimlerini izliyoruz. 




Filmde genelde tıkanan olaylara hep basit çözümler aranıyor. Bu yüzden de her insanın anlayabileceği bir kurgu mevcut... Kendine has mizahı yer yer absürtlük derecesine varsa da, bu dozdaki absürtlük her zaman sevilesi olmuştur. 


Eli yüzü düzgün, tatlı, çok şey vaat etmeyen ama küçük insanların büyük bir filmini izlemek istiyorsanız; "Le Havre" sizi bekliyor...









Hiç yorum yok: