Alt tabaka diye tabir edilen eğitimsiz kesimin tutkusuyla, azmiyle ve birazcık da üç kağıtlarıyla başarıya ulaşma hikayesi diyebiliriz. Ne de olsa başarı hikayeleri her zaman sevilmiştir. Böylece insanlar onları kendine örnek alıp, kendilerine tutamayacakları sözler verirler. Bu da öyle filmlerden biri işte.
Sürekli tacize uğrayan sekreter bir kızımız, güzelliğinin farkındadır ancak erkek egemen bir dünyada çaresiz bir savaşın içindedir. Bu yüzden de sürekli departman değiştirir. Personel yerleştirme idaresinde kadın ise ona son bir şans verir. Burası ya son durağın olacak, ya da bu şirketi son görüşün olacak der. Bunun üzerine şirketin idealist kadın yöneticilerinden birinin yanında sekreter olarak işe başlar. Patronumuz alışık olduğu patronlardan değildir. Bu yüzden de ona yakınlık duyar. Böylece kızımızın patronuyla, hem öğrenci öğretmen konumuna gelirler. Ta ki patronunun bacağının kırılması üzerine işe gelememesi üzerine. Bolca fikri olan ama fikirlerini gerçekleştirmeyen kızımız, üç kağıtlar çevirerek ve patronundan öğrendiklerini uygulamaya başlar. Konuyu özetlersek böyle bir tablo ortaya çıkıyor.
Filmin oyuncu kadrosu oldukça geniş. Örneğin başrollerde Sigourney Weaver, Melanie Griffith ve Harrison Ford varken, yan karakterlerde bolca yıldıza rastlıyoruz. Örneklendirmemiz gerekirse baş kızımız yani Melanie Griffith'in sevgilisi asi çocuk Alec Baldwin, en iyi arkadaşı Joan Cusack, iş yapmak istediği adam Philip Bosco, tınzır eski patronu Oliver Platt, güzelliğinden yararlanmak isteyen kısacık bir rolde Kevin Spacey önplana çıkan oyuncular.
Kızımız diye bağrımıza bastığımız Tess McGill, hayalleri olan güzel bir kızdır. Ancak sürekli başına aksilikler gelir. Hiç yükselemediği üst tabakalara geçmek istemektedir. Onun bu macerasında iş dünyasında ortaya çıkan etrikalar eşliğinde görürüz. Bunun dışında sadece iş dünyasında ikilemde değildir. Aynı zamanda aşk ikilemi de yaşamaktadır. Bir yanda asi çocuk seksi Alec Baldwin, diğer tarafta bu rolüyle İndy ya da Han Solo diyemediğimiz Harrison Ford. Gerçi işinde başarılı, kendinden emin bir adam profili var. O da ayrı mesele. İşte bu aşk ikileminde her güzel kadının başına gelen şeyler oluyor. Çapkın erkeklerin çeşit sevdası... Bir yandan öyle bir sorun varken, diğer tarafa da sıktığı yalanların vicdan azabı ekleniyor. Böylece kendi içinde sıkışmış bir karaktere tanık oluyoruz.
Patronu Katherine ise tam bir iki yüzlü karakter profili çiziyor. Dışarıya gülümseyen, nazik yüzünü gösterirken, iç dünyasında insanların kuyularını kazıyan hırslı bir kadına hayat veriyor. Öyle ki her şeyi elde edebileceğini düşündüğünden, çok fazla rahat konumda. Ondan başka kimsenin bazı şeyleri düşünemeyeceğini zannediyor. İş dünyasında sıkça rastladığımız profil, adeta bir klişeyi görmemizi sağlıyor.
Hikayesi sıradan gibi görülse de, zaman zaman içeriğinde barındırdığı hikaye kurgusu oyunlarıyla filmin keyifli bir seyirlik olmasını sağlıyor.
Mike Nichols'ün bu tip ilişki yumaklarını başarıyla yönetebildiğini biliyoruz. Bu film de onlardan biri. Sıradan olacak bir konuyu, gayet izlenebilir kılmak da kolay iş olmasa gerek.
80'lerin göze çarpan belli yapıtlarından biri olan Working Girl, günümüzde de hala bulabileceğimiz karakteriyle eskimemiş bir film. Belki filmimiz, zaman değişse de bazı şeylerin hiç değişmediği anlatmaya çalışıyor bize.
Özellikle filmin son karesindeki zoom out bir şekilde tüme varım kamera hareketi, filmin bir nevi özetini anlatıyor: Azmedersen senin de olur!
Cynthia: Can I get ya anything? Coffee? Tea? Me?
***
Tess McGill: I have a head for business and a bod for sin. Is there anything wrong with that?
Jack Trainer: Uh, no. No.
***
Tess McGill: I am not steak. You cant just order me.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder