Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

25 Ekim 2011 Salı

We Need to Talk About Kevin



Her anne - baba çocuğunu sever. Doğal olarak çocuk da anne - babasını çok sever. Ancak bu her zaman öyle olmayabilir. Birbirlerine ne yaptılar diye sorduğunuzu duyar gibi oldum. Belki de bir şey yapmamışlardır. Çocuk kötü tohumdur. Olamaz mı? Bu film biraz da o noktadan çıkıyor. 


İnsanın bilinçaltı düşüncelerini, içsel bunalımını da hesaba kattığımızda son derece karanlık bir tablo bizleri bekleyebilir. Bu olaylardan oluşan travmanın sonuçları, ne yazık ki çok olumlu sonuçlanmıyor ki, bu film de böyle bir travma hakkında...




Eva ve Franklin çifti, İspanya'daki domates festivalinde, tanışıp aşık oluyorlar birbirlerine. Bunun sonucu olarak aşklarının meyvesi Kevın adında bir çocuk dünyaya geliyor. Tabii meyve biraz çürük mü çıktı ne? Çocuk doğduğu andan itibaren annesine bir tavır alıyor. Bebekken annesinin elindeyken ağlarken, babasının elinde susmaya başlıyor. Doğal olarak anne de kendine kasıtlı yaptığını düşünüyor. Çocuk büyüdükçe tavırları iyice düşmanlaşıyor. Eva, kocasına durumu anlatmaya çalışsa da, bir türlü kocasını inandıramıyor. Bunun sonucu olarak da Kevın'ın büyümesiyle beraber anne - oğul arasındaki düşmanca tavır, daha büyük boyutlara ulaşmaya başlıyor. 


Konu olarak çok da farklı bir konu sayılmaz öyle değil mi? Yani anne - oğul arasındaki savaş bir sürü filme ilham vermiştir. Hatta ister istemez Freud düzleminde bakılıyor olaya. Annesine duyduğu ilgi, gittikçe nefrete dönüyor. Ki filmin içinde böyle referanslara sahne oluyor. Örneğin Kevın, odasında mastürbasyon yaparken yakalanıyor. Annesi utanarak odadan çıkmaya çalışıyor. Ancak Kevın tamamiyle istifini bozmadan yaptığı işe devam ediyor. Üstelik artık annesine bakarak yapıyor bu işi. Bilinçaltının direkt dışa vurumu olarak da yorumlanabilecek bu sahne, belki de filmin derinlerine açılan bir kapı gibi. 




Tamamiyle art house bir şekilde çekilen film, zaman zaman video klip havasında ilerliyor. Başın ve sonun önemi yok oluyor. Genç yönetmenlerin çoğunda yaşanan bu tekniğin tecrübeli bir yönetmen olan Lynne Ramsey de cereyan etmesi yeni bir tür denemesi olarak yorumlanabilir. Tabii tecrübe denmişken aslında tecrübeleri uzun bir araya denk geliyor. Ancak uzun bir aradan sonra böyle bir stil denemesi ilginçleştiren bir durum. Zaten bu tarz yüzünden kimi sahneleri algılamakta zorluk çekebilirsiniz. Ne de olsa aniden bir kadın yumruk çakıyor annemize ve hiç bir şey diyemiyoruz. 


Ezra Miller, sanırım ilerleyen yıllarda bağımsız filmlerin kralı olacak gibi gözüküyor. Henüz 16 yaşında ve son derece karakterinin içine rahat girebiliyor. İnsana direkt olarak duyguları geçirebiliyor. Bu yüzden de geleceğin büyük yeteneklerinden biri olarak şimdiden görebiliriz. 




John C. Reilly, aslında pek alışık olmadığı bir rolde. Yani kaç kez onu baba olarak görmüşüzdür ki, devamlı henüz büyüyemeyen yetişkin çocuk rollerini icra ediyor. Sade bir oyunculukla bu rolün altından kalkmayı becermiş gözüküyor. 


Tilda Swinton ise bunalımlı kadınlar üzerine tez yazacak kadar deneyimli bir oyuncu. Nerede yüzdüğünü çok iyi biliyor. Bu yüzden de son derece bilinçli tercihlerle ilerliyor. Annenin yüzündeki endişeyi, çaresizliği iyi veriyor. 




Filmde geçen domates festivalindeki domateslerin rengi, bir nevi kanı simgeliyor. Hatta belki de bu tip bir etkinliğin içinden ancak kana susamış bir çocuk mesajı çıkartıyor film. Evin duvarına sinmiş lekeleri temizlemeye çalışan bir anne, aslında hayatını lekelemeye çalışan bir çocuğun izlerini örtüyor. 


Çocuğun tavrı aslında sadece anneye karşı olan bir tavır değil. Yani babanın saflığından, iyi niyetinden yararlanırken, aslında babasını da sevmiyor. Kardeşine ise tahammül edemiyor. Bu yüzden de kardeşine de zarar veriyor. Tabii buna karşı bir şeyler yapmak isteyen tek kişi anne, bu yüzden anne sanki çocuğunu yetiştirirken oğlundan nefret edişi, onu bu hallere soktu gibi bir görüntü çiziliyor. Aslında şeytanın çocuğu gibi lanse edilen durum, bir nevi bebek anne karnındayken, nefretin ortaya çıkması üzerine, ilginç bir fikir ortaya atıyor. 




Tabii sadece - anne arasındaki gerilimin izlerinden yola çıkmıyor film. Kevın'ın tüm dünyaya nefretine değiniyor. Aynı zamanda bir insanın günümüzde en çabuk popüler olabileceği olayın, cinayet işlemenin olduğunu savunurken; çocukların popüler olmak için her tür akla gelmez olaylara baş vurduğunu gözler önüne seriyor. Bununla beraber son yıllarda artan okul katliamlarına bir göndermenin olduğu apaçık ortada. Şiddet, ister istemez teknoloji, aile içi çatışma ve ünlü olma heveslerinden köklenip dışarı çıkıyor tezini savunuyor. 


Bu kabus gibi filmin herkese hitap etmeyeceğini belirtmek isterim. Sonuçta filmin içinde büyük bir travma yatıyor. Ürkütücü atmosferi, aileye bakış açısı ve temelinde yatan gerçekçi yaklaşımıyla film kendi türünde iyi bir örnek...


Psikolojik gerilim filmlerinden hoşlanıyorsanız, kaçırmamanız gereken bir film...





Hiç yorum yok: