Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

10 Ekim 2011 Pazartesi

Elena



Bir gün uykudan uyanır insan. Yine monoton hayatıyla yüzleşir. Yapacağı işler, farklı şeyler değildir. Yine etrafı topla, temizle. Yine yemek yap... Dünyanın neresine giderseniz gidin, ev hanımlarının ritüeli değişmeyen bir şeydir.  Aynı aynı aynı...


Elena da bu sıkıcılığın içinde sıkışmış bir karakter. Ancak bundan dolayı şikayet etmiyor. Çünkü yaşım belli bir yaşa gelmiş, artık şikayet etsem ne fayda diye düşünüyor. İkinci evliliğini de yapmış, hayatı iyi durumda, söylenebilecek çok da bir söz yok gibi.


Tabii olaya farklı yönden bakarsak, işler tıkırındaysa, bu demek değil ki, sorun yaratılamaz. Benim bir sorunum yoksa, başka birinin sorunları vardır. İşte Elena da böyle duyarlı birisi... Gerçi sorunları olan kişi, kendi öz oğlu ve ailesi olunca işler daha da açıklık kazanmaya başlıyor. 




Elena'nın oğlu Sergey, hiç bir işte çalışmayan iki çocuklu karısıyla, varoşta bir apartmanda yaşayan bir adamdır. Evde oturup, televizyon izleyip, birasını içip hiç bir şey yapmamaktadır. Elena oğlunun bu durumuna bakıp endişelenmektedir. Ancak artık endişelenmesi gereken yeni bir konu vardır. O da torunu Sasha'nın okul sorunsalıdır. Lise bitmiş, not ortalaması rezalet bir öğrenci olduğu için, bu notlarla üniversiteye girmesi mümkün değildir. Bu yüzden önlerinde üç seçenek vardır. Ya orduya yazılacaktır, ya Sergey'i kendine bir iş bulacaktır ki, oğlunun üniversite masraflarını karşılasın. Lakin bu pek de olacakmış gibi görünmez. Ya da Elena, kocasından bu parayı vermesini rica edecektir. Belki de en uygun sonuç bu sonuncu seçenektir. Ne de olsa oğlu ve ailesinin kendilerine hayrı yoktur. 




Kocasına bu kadar emek veren bir kadının ricası pek de reddedilmez gibi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Çünkü Elena'nın kocası kendine göre değer yargıları olan bir adamdır. Elena'nın öncesi kocasından olan çocuklarını dışlamaktadır. Bu önemsemediği insanları yabancıdan farklı görmez. Bu yüzden de yardıma yanaşmaz. Bu durum Elena'nın içinin kan ağlamasına neden olur. 


Elena ise kocasının kendi kızına sürekli para vermesinden şikayetçidir. Çünkü kızı hiç bir sorumluluğa sahip olmayan bekar bir kızdır onun gözünde. Bu yüzden de kendi yargılarına göre, bir adaletsizlik söz konusudur. Bu yüzden her fırsat bulduklarında tartışırlar. Ancak tartışmalarında parası olan, güçlü olan hep galip çıkar. Ne de olsa Elena ne diyebilirdir ki, kendine ait olan hiç bir şeyi yoktur. 


Tabii kocasının spor yaparken, kalp krizi geçirmesiyle işler değişmeye başlar. 




Elena bir nevi adaletin ne olduğunu sorguluyor. İnsanlar kendilerine gören değişen adalet sistemini gözden geçiriyor. Bunun yanı sıra zenginlik ve fakirliğin arasındaki dengesizliğe vurgu yapıyor. Tabii en önemlisi de fedakar bir anneyi gözler önüne seriyor. Bir anne çocukları için ne yapmaz ki, sorusuna cevap vermeyi deniyor. Dürüst olmak, sadık olmak, vefakar olmak, bir ödülü hak eder mi sorusunu soruyor. 


İnsanlar değişmese bile kader değiştirilebilir mi? Tarafların hükmü neye göre verilebilir? sorularını kendi içinde vermeye çalışıyor. Evlat sevgisinin önemlidir ve her ebeveyn çocuklarını sever, değer verir. Peki kendi kanından olmayan çocuklara karşı yaklaşımı nasıl olur ya da nasıl olmalıdırı, kendi içinde değerlendiriyor. Tabii filmin sonunda da kendine özgü bir adalet sunuyor seyirciye. Beğenilir ya da tartışılabilir. Ancak sonuçta bir şekilde adalet sağlanmıştır. Yönetmenin adaletini bizlere sergiliyor. 




Nadezhda Markina, son derece sadece ve inandırıcı oyunculuğuyla, filmi tek başına sürüklemeyi başarıyor. Yüzündeki az sayıdaki mimikten ve gözlerinden her türlü duyguyu kısa sürede seyirciye geçirmeyi beceriyor. Sabahleyin yatağından kalkıp, saçını tarayan o kadın, deyim yerindeyse Markina'nın vücudunda etten kemikten gerçek bir insana dönüşüyor. 


Oyuncu kadrosu tamamen çok iyi performanslar veriyorlar. Özellikle çocuk oyuncular son derece yetenekliler.  Tek tek iyi oyunculuklar görmek istiyorsanız birebir. 


Zvyagintsev, her filmde heyecan yaratmaya başlasa da, bu sene Cannes'da ana yarışmada yarışmaya katılamadı. Elena'yı ana yarışmaya dahil etmek istemediler. Bu yüzden de yan dalda yarıştı. Cannes'ın değerlendirmesinde de çok yanlış olmadığını görebiliyoruz. Çünkü ilk iki filminde Rus ekolünden gelen kendi tarzını yaratan Zvyagintsev, bu filmde o tarzın biraz dışına çıkmayı tercih ediyor. Daha çok karakter odaklı bir film çekerek, o büyüleyici görselliğinden feragat ediyor. 




Filmi izlerken kendi kendime hep şu soruyu sordum. Acaba görüntü yönetmeni değişti mi acaba diye. Sonrasında jenerik akarken, aslında aynı görüntü yönetmeninin olduğunu gördüm. O an anladım ki, karakterin duygularını, yaşayışını, inandırıcılığını anlatmak adına farklı bir görüntü çalışmasına gitmeyi tercih etmişlerdi. Bir nevi daha çok konu, daha az görüntü estetiği söz konusu olacaktı. Özellikle de Sasha'nın çete kavgasına giderken kullanılan aktüel kamera olarak adlandırılan hareketli kamera, şiddetin yaklaştığına dair bir uyarı içerse de ve gerçekliği arttırmaya çalışsa da, o güzel Rus görüntü yönetimin tamamen dışında bir denemeydi. Ban kalırsa son derece rahatsız ediciydi. Lakin ben kullanılmasaydı daha iyi olur inancındayım. Belki de yağ gibi kayan görüntülere alıştığımızdan, bana pek hitap etmeyen seçimlerin olduğunu hissettim. 


O büyüleyici Zvyagintsev sinemasının yerine, daha sıradan bir sinema gelmişti. Belki de daha deneysel, daha gerçekçi bir tavır... Bu yüzden de film beni tatmin etmedi. Diğer iki filmine nazaran zayıf buldum ben. Bu yüzden de bir dahaki filminde kendi sinemasına geri dönmesi gerektiğini düşünüyorum. Fakat estetiğinden ödün vermeden.




Eklemek istediğim diğer bir not ise şöyle; film bence bir noktada çok ilginç şeyler yakalıyor. Ancak bu potansiyeli değerlendirmeyi tercih etmiyor. Örneğin iyilik yaptığımızı zannederken, bir anda bir hiç uğruna bu iyilikleri yaptığımızı öğrenseydik ne olurdu sorusunu film, kendine sorabilseydi. Film bambaşka yerlere gidebilirdi. Fakat bu yol yerine, kendi bildiği yoldan gitmeye kalkınca çekicilik yönünü kaybediyor.


İnsanlar için yaptığımız fedakarlıkların, bu fedakarlığa değen insanlar için mi yaptığımız sorusunu soran bu film, Zvyagintsev'in belki de filmografisindeki en zayıf halka konumunda şu an, ancak yine de izlenebilir nitelikte. Tabii bu tip filmlere alışık değilseniz, çileli ve sıkıcı bir film de gelebilir. 


Elena'yı oynayan Markina'nın oyunculuğu için izlenmeye değer bir film diyebiliriz. 









Hiç yorum yok: