Her insan olmasa da, bazı insanlar vardır. Sağlıklarına çok dikkat ederler. Bu yüzden zararlı şeylerden sakınırlar. Spor yaparlar. Hayatlarını tehlikeye atacak en küçük olaylardan uzak dururlar. Ancak bunca tedbire rağmen bir bakarlar ki, hastalık onları yakalamış. O an kendi kendilerine sorarlar: "Ben boşuna mı bu kadar şeye dikkat ettim?"
Öyle bir adamın hikayesini anlattığımız filmin adı: 50/50... Adından anlaşılacağı üzere fifty - fifty yani yüzde elli - elli... Tabii bir bahisten söz etmiyoruz bu tabirle. Hayatta kalma yüzdesi filmin adına konulmuş. Çünkü ana karakterimiz bir kanser hastası ve bununla yüzleşmeye çalışıyor.
Dilerseniz filmimizin konusuna hemen geçelim. Adam, hayatına son derece dikkat eden bir gençtir. Güzel bir sevgilisi ve sevdiği bir işi vardır. Ancak bir gün depresyon check up'ına gittiği bir hastanede; kolon kanseri olduğunu öğrenir. Bu da onun hayatında bir nevi kırılmaya neden olur. Her şeye dikkat etmesine rağmen kansere yakalanmıştır. Bu durumu kız arkadaşı olumlu karşılayıp destek olacağını belirtir. En iyi arkadaşı Kyle ise bir yandan destek olup, diğer yandan arkadaşının hastalığı üzerinden prim yapmaya çalışır. Annesi yıkılır, ancak Adam çok üzerine düşülmesi taraftarı değildir. Kanser tedavisi sürecini, hayatındaki insanlara etkisini bir bir gördüğümüz filmde, bir nevi bir hastalığın sonucunda yakınlarının anatomisini çıkarırız.
Malum zor günler, aynı zamanda çekilemez günlerdir. Bu sorumluluğa çok az kişi katlanabilir. Anne babalar daima üzülürler. Bu zamanlarda arkadaşlarınızın desteğini hissetmek istersiniz. Bu yüzden de gerçek arkadaşlarınızın kimler olduğunu öğrenirsiniz. Bazen o sevdiğiniz kız arkadaşınızın bile gerçek bir sorunla mücadele edemediğini görürsünüz.
Bu süreçlerin yaşandığı bu zorlu günleri masaya yatırıyor film, üstelik yoğun drama sosuyla harmanlarken, bir anlamda da kara mizahını yapıyor. Bunun üzerine de romantik olmayı beceriyor. Bu üç türü harmanlayarak sıradan konusunu farklılaştırmaya çalışıyor.
Adam'ın hastanede yaşadıklarını, yeni edindiği onun gibi kanser olan arkadaşlarını, doktorları ve ona yakın durmak isteyen genç terapistiyle geçirdiği vakti izliyoruz. Malum kanser söz konusu olduğunda bazı gerçekler vardır. Bunların en önemlisi malum "ölüm"dür. İşte hastane çevresinde bu hüzünlü gerçekle yüzleşmeye çalışıyoruz.
Sonuç olarak kadın - erkek ilişkilerini, yakın arkadaşların birbirleriyle olan ilişkilerini hastalık ortaya çıktığındaki zaman birimi içinde değerlendiriyoruz. Getirdikleri veya götürdükleri... 50/50 işte bu anlarda gerçekleşen durumları bizlere sunmaya çalışıyor.
Hayatında kanser hastası olan insanlar için biraz zorlayıcı bir film olabilir. Üstelik film bu konuyu hafifletmeye çalışan bir film. Buna rağmen bu kapsamdaki insanları kötü hissettirebilir. Bu yüzden sağlam sinirlere sahip olanlar izlesinler derim. Ya da kendinizden bir şeyler bulmak için bile izleyebilirsiniz.
Son dönemin genç ve başarılı oyuncularını barındıran film, sırf Joseph Gordon-Lewitt ve Seth Rogen için bile izlenebilir. Anna Kendrick ve Bryce Dallas Howard ise alıştığımız performanslarına bir yenisini ekliyorlar. Kısa da olsa usta oyuncu Anjelica Huston filmin ağır toplarından biri sayılabilir.
Bağımsız filmlerden hoşlanıyorsanız, bu senenin ön plana çıkan bağımsızlarından biri olan 50/50 de sizleri bekler.
Kyle: You could have totally fucked the shit out of that girl.
Adam: No one wants to fuck me. I look like Voldemort.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder