Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

22 Aralık 2011 Perşembe

Albatross



Bazı insanlar geçmişlerinde yaşarlar. Zaman onlar için yavaş akar. Tabii bu kendi düşünceleridir. Çünkü akmayan zaman, aynaya yansımasında sizleri hayal kırıklığına uğratırlar. İşte bu insanlar gerçeklerle yüzleşmeye korkarlar. Bu yüzden de onlara büyümek istemeyen çocuklar deriz. Ya gerçekten de çocuklarsa...


Albatross, sorunlu bir aile ile son derece özgürlüğüne düşkün bir kızı bir araya getiriyor. İnsanların yalanlar için yaşadığını vurgularken; karakterlerinin yüzlerine kapıları çarpıyor. Çünkü gerçek olan aslında isteyerek yapılan şeylerdir. İstemeden yaptığın her şey, ruhunla yapmadığın şeydir. 




O halde hemen filmimizin konusuna değinelim. Jonathan, henüz çok gençken yazdığı kitap ile geleceğin büyük yeteneği olarak lanse edilen bir yazarken, yılların acımasız oluşu sonucunda Jonathan'ı bir odaya mahkum eden hiç bir şey üretemeyen bir yazara dönüştürür. Çıkardığı o parlak kitap sayesinde, sahip oldukları evi almışlardır. Ancak işler yolunda gitmeyince evlerini, kitabın popüleritesinden yararlanarak pansiyon otele çevirirler. Jonathan yeni şeyler yazmak için odasına kapanmışken, otelin çekip çevirmesi karısı Joa'ya kalmıştır. Aynı zamanda bu iki kişinin biri 17 yaşındaki Beth olmak üzere iki kızları vardır. Beth, Oxford Üniversitesi başlayacaktır. Bir gün otelde yeni işe başlayan Emelia ile tanışırlar. Emelia son derece hayat dolu, esprili bir kızdır. En büyük övündüğü şey Arthur Conan Doyle'un soyundan gelmektir. Bu yüzden de kitap yazmada yetenekli olduğunu düşünür. Emelia'nın hayatlarına girişiyle, bir anda her şey değişir. Beth, yeni arkadaşı sayesinde içine kapanıklığından kurtulur. Jonathan ise onu öğrencisi olarak alır. Ancak işler beklendiği gibi olmaz ve Emelia, ailenin gergin olan tellerinin kopmasına neden olur. 




Karakterleri tek tek ele alırsak başroldeki Emelia, hayatı yaşayan deli dolu bir kızdır. Ancak annesinin intiharından sonra kendi içinde bunalımdadır. Conan Doyle soyadıyla övünürken, aslında annesinin hatırasına olan özleminden buna bağlandığını anlar. Tabii bu kadar özgür bir kız, yaşadığı ilişkilere pek de dikkat etmez. Bu yüzden de Jonathan ile fazla yakınlaşması sonucu, bir nevi en iyi arkadaşının babasıyla yatmaya başlar. Belli ki genç yaşta kadınların en büyük silahının cazibeleri olduğunu anlamıştır. Bu yüzden de buna göre davranır.


Jonathan ise klasik kendini gelişiremeyen ve ilk yaptığı işle sınırlı kalan bir yazardır. İlk kitabı o kadar başarı kazanmıştır ki, bu başarı onu gölgede bırakıp ezilmesine yol açar. Bu yüzden de daha iyisini yapamadığından, odasına kapanır. Orada kendini cezalandırır. Kendini açıkça kandırır. Emelia'nın ona ilgi duymasıyla da, aslında teoride bitmiş olan evliliğini tekrardan sorgulamaya başlar. Ancak evliliğini sorgulamadan önce kendini sorgulaması gerekiyordur. Çünkü geçmişte yaşayan bir enkazdır. Ve kendi battıkça, yanındakileri çektiğini fark eder. 




İşkolik karısı Joa ise aslında eski bir oyuncudur. Hala eski günlerine özlem duyuyordur. Bu yüzden de küçük kızını bu yönde eğitmeye çalışır. Büyük kızına önem göstermez ve onunla uğraşır. Son derece katıdır. Evin sevilmeyen üyesi haline gelmiştir. Belki de kendi kafasında birilerinin yere sağlam basması gerektiğini düşünür. 


Beth ise kendi özelliklerinin farkında zeki bir kızdır. Ancak arkadaş kısırlığı çektiği için, Emelia'yı ilk gördüğü anda ona kanı ısınır. Saf ve temiz kızımız, kötü kızcılık oyununu fazla kaçırınca, aslında kendi gibi olmanın daha önemli olduğunu anlar. Bunda en büyük paylardan biri, babasının onun yerine Emelia'ya fazla ilgi göstermesidir. Gerçekleri bilmediğinden dolayı da fırtına koparken, o ortasında kalacaktır. 




Özel bir parantezle Jessica Brown Findlay adında büyük bir yıldızın doğacağını müjdeleyen film olarak ileride anılabilir. Bu yüzden de film senaryosu, görüntüleri dışında bu oyuncuyu sinemaya kazandırmasıyla ünlü olacak gibi. Kızımız kendinden emin ve yetenekli izlenimi vererek, gelecek için umut veriyor. Bakalım görünen potansiyelini kullanabilecek mi?


Diğer kızımız Felicity Jones ise daha çok gençlik filmleri ve romantik filmlere uygun yüzüyle dikkat çekiyor. İleride ne olur bilinmez ama bu kızımız da güzelliğiyle adından söz ettirecek gibi görünüyor. 




Filmin ağır topları diyebileceğimiz Julia Ormond ve Sebastian Koch vasat oyunculuklarıyla film boyunca sadece idare etmeyi seçmişler. Bu yüzden de genç yıldılzarın gölgesinde kalmışlar. Yine de özellikle Julia Ormond'u özlediğimizi fark ettik. En azından ben öyle düşünüyorum. 


Oyunculukların yeterli düzeyde olduğu hafif bir drama filmiyle karşı karşıyayız. Araya serpiştirilen akıllıca espriler de cabası olmuş. Eli yüzü düzgün olmasına rağmen, çok vasatı aşamayan senaryosu, beklendiği gibi her karakterin kendi gelişimini tamamlamasıyla sonlanıyor. Bu da böylece küçük çaplı kişisel gelişimi görükleyen bir yapıya sahip olduğunu kanıtlıyor. Hayata geçmişe bakarak yaşanmaz mesajını da yapıştırdığı gibi seyirciye postalıyor. 





Hiç yorum yok: