İnsanlara yaranmak için ille de dikkat çekmeniz mi gerekir? Ya da başarılı olmak için kötü olaylar mı olmalıdır? Belki de öyle. Filmimiz tamamiyle bunu söylemeye çalışıyor bizlere. İnsanlar ancak duygu sömürülerine, öldükten sonra tanıdıkları insanlara değer verirler. Çünkü her insan popüler olanı sever. Ölüm de popüler bir olaydır.
Özellikle tüketim çılgınlığını düşündüğünüzde, günümüzde her şey çabuk tüketiliyor. Çünkü her şey çabuk popüler oluyor. Bu popülarite bir süre devam ettikten sonra, yerini yeni bir popüler olaya bırakıyor. Böyle bir kısır döngünün içinde kaybolup gitmektense, işin içinde olup çağı yakalamak isteyen tüketici toplum belki de bir yalana inanıyor. World's Greatest Dad de tam olarak bizlere bunu söylüyor.
Lance Clayton, hayatı boyunca yazar olmak istemiş, bir lisede şiir öğretmenliği yapan bir adamdır. Oğluyla beraber yaşamaktadır. Ancak beş roman yazmasına rağmen hiçbiri yayınlanmaz. Okuldaki dersini kimse dinlemez, çünkü daha popüler hocalar vardır. Okulda kırıştırdığı öğretmen Claire, ona ilgi gösterse de sürekli popüler öğretmen Mike ile takılmaktadır. Tabii bunların hepsini geçersek, son derece problem ergen bir oğlu vardır. Babasını hiç önemsemez, okulun ezik öğrencisidir. Sürekli olaylara karışır. Bir kişi dışında hiç arkadaşı yoktur. Tek önemsediği şey cinsellik, porno ve sekstir. Onun için müzik, sinema ve diğer her şey gay işidir. Bu yüzden de kendi kendini avutarak etrafla dalgasını geçer.
Tabii Lance Clayton da bu problem oğluyla yaşamak zorundadır. Ona bakarken, en iyi babayı olmaya çalışıyordur. Ne yapsa işe yaramayan bu adam çaresizdir. Diptedir. Bunca sıkıntı içinde en iyi arkadaşı belki de kapı komşusu zombi filmlerini seven yaşlı teyzedir. Oğlunun intiharı ile bir anda sefil hayatı değişmeye başlar. Oğlunun utanç verici ölümünü örtbas etmek için, kendisi bir intihar mektubu yazar. Bu intihar mektubu bir anda okulda popüler olmaya başlar. Bunun üzerine bir yalan ile berbat giden hayatı düzelmeye başlayacaktır.
Aslında içerik bakımından ağır bir drama olan film, garip bir şekilde komediye göz kırpıyor. Trajikomik bir olayın insanların iki yüzlülüğünü göstermesini insanlara gösteriyor. Tam bir toplum eleştirisi diyebiliriz. Ne de olsa günümüzde insanlar sadece popüler olduğu için bir ürünü almak için düşünmüyorlar. Popüler olduğu için kitapları okuyorlar ya da filmleri izliyorlar. Popüler diye bir grubu dinleyip konserlerine gidiyorlar. Popüler olan tüketimi tetikliyor.
İşte tam bu noktada ana karakterimiz, oğlunun ölümünden prim yapmaya başlıyor. Hep hayal ettiği ama devamlı görmezden gelinen şeyler, onun başarıya giden yolunu temsil ediyor. Göze batıyor mu bilmiyorum ama filmimiz: İnsanlar aptaldır. Ne versen onu isterler mesajı veriyor. Ki hiç haksız değil doğrusu.
Koca bir toplum sürekli bir yalana inanmayı tercih ediyor. Çünkü inandıkları şey, onlara doğru gelen şey oluyor. Aksi takdirde söylenmek istenen mesajları önemsemezler. Dediklerinizin duyulması için bir tepki koymanız gerekiyor. Bu bir ölüm olsa bile...
Duyarlı toplum rolünü ise filmde ölen Kyle'ın en iyi arkadaşı Andrew üstleniyor. Çünkü Lance'i olduğu gibi seven ender insanlardan biri o. Gerçeği seven insanlar malum günümüzde suçlu muamelesi gördüğünü düşünürsek, bir okulun üzerinden filmin senaryosu sağlam laf geçiriyor. Alt metin olarak gerçek güzellikler, kendi kitlesini bulacaktır. Belki popüler olmayacak ama kendi kitlen olması bile senin devam etmen için bir nedendir demek istiyor.
Sonuç olarak sıradan bir aile filmi gibi başlayan film, seyirciye sağ gösterip sol vuruyor. Toplumu feci eleştiren bir taşlamaya dönüşüyor. Bu çok göze batmayan film, akıllıca senaryosuyla takdiri hak ediyor. Özellikle Robin Williams severlere tavsiye ederim.
Lance Clayton: I used to think the worst thing in life was to end up all alone. It's not. The worst thing in life is ending up with people who make you feel all alone.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder