Diğer versiyonda ise tam tersine baba, hayatına kimseyi sokmayarak çocuklarını yetiştirir. Bu yüzden de çocukların babalarına büyük saygıları vardır. Onun için her şeyi yapmaya razıdırlar. Bu hikayemizde bu olay geçerli değil. Daha çok ilk söylediğim durum, yani çocukların babaya uzak kalmaları söz konusu oluyor.
O halde biz de hız kaybetmeden filmimizin konusuna gelelim. Jim Winters, iki oğluyla yaşayan bir babadır. Bahçe işlerine bakarak hayatını kazanmaktadır. Karısı öldükten sonra kendini işine adamış bir adamdır. Oğullardan büyük olan Gabe ise bir sebze yetiştirme işindedir. Vardiyalı olarak çalışmaktadır. Kız arkadaşı Stacey ile zaman zaman vakit geçirse de, en büyük hayali bulunduğu kasabadan gitmektir. Bunun üzerine çalışmaktadır. Küçük oğlan Pete ise okulda son derece başarısız, öğretmenlerin sevmediği bir genç delikanlıdır. Vaktinin çoğunu arkadaşlarıyla takılarak geçirir. Ancak bu üç ana karakterin hayatları bir anda değişmeye başlar. Baba kasabaya yeni taşınan bir kadınla yakınlaşmaya başlarken, Gabe gitme kararını çoktan vermiştir. Pete ise içinde saklı olduğu potansiyeli okula yeni gelen bir öğretmene göstermeye başlar.
Çok karışık olmayan hafif bir aile dramı ile karşı karşıyayız. Belli kendi içlerinde sorunlarla yüzleşen bu karakterlerin verdikleri karar arifesindeki davranışlarına yöneliyoruz. Bu dönem içerisinde belli inişleri ve çıkışları olurken, aile kendileriyle yüzleşme fırsatı buluyorlar.
Örneğin Gabe, bulunduğu kasabada daha fazla yaşayamayacağına karar verirken, nefes alabileceği bir şehre gitmek istiyor. Bu yüzden de arkadaşının yanında en kötü işte çalışmaya bile razı durumda. Kız arkadaşını terk etmeyi bile göze almış. Bu yüzden de kız arkadaşı ona çok kırgın. Belki de onu bu şehirde yalnız bıraktığı için kırgın. Çağırsa o da gidebilir. Ancak filmimiz çok da ayrıntıya girmeme taraftarı bir tutum sergiliyor.
Pete ise annesinin ölümünden sonra hayata tutunmamayı tercih eden bir kişi. Derslerine asılmıyor. Halbuki zehir gibi bir beyne sahip. Sadece potansiyeli kullanmamayı tercih ediyor. Örneğin okuldaki son dınavında ne yaptığı hakkında bir fikrimiz yok. Çünkü film ona da girmek istememiş.
Sonlandırmayı uygun gördüğü tek olay, baba Jim ile yeni taşınan kadın Molly'nin ilişkisi denilebilir. Onun da akıbeti belli değilse bile ipuçları vermeyi uygun görüyor. Belli aralarında duygusal bir şeyler başlayacak. Bunu bizlere göstermese de, ileride olacakların sinyalini verme gereği duyuyor.
Filmin bu suya sabuna dokunmaz tutumu, filmin boşlukta kalmasına neden oluyor. Yani tamam bir grup insanların hayatlarından parçaları görmemizi sağlıyorsunuz. Hatta derinlerinde acıların hakim olduğu bir dünya da var. Lakin kapı o kadar daralmış ki, bırakılan aralıktan seyirci içeriye giremiyor. Sadece uzaktan ötekiyi görme şansımız oluyor. Bu da filmin en büyük handikabı olsa gerek...
Sonuç olarak kısa süresiyle de, pek falso vermeyen kurgusuyla, zamanınız varsa izleyebileceğiniz kötü olmayan bir drama/aile hikayesi ile karşı karşıyayız. Ancak daha fazlası olamıyor film. Çünkü cesareti yok. Bu cesaretsizlik de filmin, sadece Gabe'in gidişine kadar olan süreci bizlere sunmasını sağlıyor. Belki de son derece kişisel bir hikayeyi kendi için çekiyor yönetmen. Buna bir şey diyemeyiz. Fakat bir dahaki sefer biz seyircileri de düşünse fena olmaz hani.
Not: Filmin adı Winter Solstice ama bizimkiler En Uzun Gece diye filmi çevirmişler, hatta en uzun kış diye çeviren de var. Akıl mantık almıyor bu çevirileri demek istiyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder