Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

9 Aralık 2011 Cuma

Seeking Justice


İnsanlar sevdiklerine değer verirler. Öyle ki onların kılına dahi zarar gelse, öfkeden çıldırıp ne yapacaklarını şaşırırlar. Düşünün zarar bile diyemeyeceğimiz anlarda şekilden şekle giren yakınlarımız varken, bir de ciddi bir şekilde tecavüz ve şiddet uygulandığında onlar ne yapabilir? İşte filmimiz bunu anlatıyor. 


Aslında klasik anlatımla tek başına intikam ile ilgili bir film değil Seeking Justice... Bir açıdan farklı bir anlayışı önümüze sunuyor. Öfkeli bir koca tam buğran döneminde ne yapacağını şaşırabilir. Olayın şokuyla ne yapacağını bilemez. Bu yüzden de karısına buna yapanların intikamını almak isteyecektir. Özellikle de birileri bunu yapmayı teklif ederse... Mantığıyla filmimizin usulsüz adalet anlayışı ortaya çıkar. 




Hemen konusuna değinelim hikayemizin. Will Gerard, suçlu öğrencilerin olduğu bir okulda ders veren sıradan bir öğretmendir. Ancak çok sevdiği karısı Laura, bir gece iş çıkışında silahlı bir adam tarafından dövülür ve tecavüze uğrar. Bunun üzerine Will hastaneye koştuğunda, karısının dağılmış yüzüyle baş başa kalır. O anda çaresizce bekleme salonunda otururken, Simon isimli bir adam yanına gelir. Bu adam karısını bu hale getiren adamın yerini bildiklerini ve o adamın işini bitirebileceklerini söyler. Karşılığında daha sonra ondan iyilik isteyeceklerdir. Will çaresizce kabul eder. Ertesi gün adam öldürülür. Aylar sonra bir mesaj gelir. Will'in yapılan iyiliğe karşı karşılığını ödemesi istenir. Hedef çocuk tacizcisi bir adamı ortadan kaldırılarak cezası verilmesidir. Will o an neye bulaştığını anlar ve mücadelesi başlar. 




Gizli bir örgütün insanların başına açtığı belaları izlerken, bir yandan da adalet anlayışını sorgularız. Film ilginç bir fikirden yola çıkarak, toplum içinde yaygınlaşan kendi çıkarları için hareket eden özel kuruluşlara bir nevi selam çakarak eleştirmeyi deniyor. Ne de olsa artık insanlar korku ile yönetiliyorlar. Kimin ne olduğu belli değil. Bu yüzden de bir insana etiket yapıştırmak çok kolaylaştı. Tanımadığınız bir adam sübyancı denildiğinde inanıyorsunuz. O adam sübyancı olmasa bile, bu darbeyi yiyor. Mahkemece aklandığında dahi, adı sübyancı kalıyor. Adalet bir nevi kara borsaya düşüyor. O noktada insanların bilinçlenmesi belki de filmin ana fikirlerinden sayılabilir. 




Nicholas Cage gün geçtikçe düşen kariyerinde, bu sefer neler yapacak diye merak edenler olacaktır. Bu filmden kat be kat filmlere imza attığını düşünürsek, bu film de kariyerini kurtarmaya yetmiyor. Ancak yine de hala ümit olabileceğini söylüyor bizlere. Özellikle Cage'in mimiklerindeki aşırı abartılı ifadeler oyunculuğunun gittikçe geriye gittiğini bizlere gösteriyor. 


Yan karakterlerde ortaya çıkan January Jones ve Guy Pierce ise filmde dengeli oyunlarıyla ayakta kalan iki oyuncu konumundalar. Buna rağmen çok da önplana çıkamıyorlar. Bu yüzden de film, oyunculardan çok olguya dayıyor senaryosunu, hatta her şeyini. Bu olgu filmin adeta kolonları konumda. 




Harold Perrineau ve daha çok Dexter dizisiyle tanınan Jennifer Carpenter filmin neredeyse figüran oyuncuları konumundalar. Filme katkıları bulunduğunu söyleyemeyeceğim. Tanınmamış oyuncularla dahi kotarılacak rollerinin, hafifliği altında eziliyorlar. Çünkü dişe dokunur bir replikleri dahi yok. 


Yozlaşma teması Amerikalıların sevdiği konulardan biridir. Nitekim bu filmde de, zorunluluk altında istemedikleri şeyler yapan insanlara rastlıyoruz. Bunun yanı sıra örgütün yayılan ağları, her meslek dalında karşımıza çıkarak, sistemin çökertilebilmesi için daha derinlere inilmesi öğütlense de, bu bir kahramanın yapacağı iş değil diyorlar. 




Filmin içinde kodlar, şifreler, komplo teorileri havada uçuşuyor. Koşturmacalarla film kendini ayakta tutmayı başarsa da, zirveye koşacak kadar gücü yok. Bu yüzden de en azından filmi dengede tutmayı düşünmüşler. Kazanamıyorsak yenilmeyelim mantığı da vasat bir filmi ortay çıkarmış. İyi fikirler yakalanmış fakat çok da iyi kullanıldıkları söylenemez. 


Sonuç olarak zaman öldürmek adına birebir filmle karşı karşıyayız. Açıkçası süresi 105 dakika olsa da, bana 130 dk. bir film etkisi verdi. Zaten kaçmaca kovalamacalarla film geçip duruyor. Derim ki, daha iyi filmler vardır izlemek için. Onları izlediyseniz bu filme gidin. Yoksa diğerlerine bir bakın derim. 

HUNGRY RABBİT JUMPS...





Hiç yorum yok: