Kült, esas olarak “din” anlamında kullanılsa da, din ve sosyoloji bilimlerinde, çevrelerindeki kültür veya toplumun genel veya anaarterin dışı gördüğü inanç, uygulama veya ibadetlere kendini adamış bir birleşik insan topluluğuna verilen isimdir.

Kitsch, varolan bir tarzın aşağı bir kopyası olan sanatı sınıflandırmak-ifade etmek için kullanılan Almanca bir terimdir.

Klişe (Fransızca: Cliché) uzun süre çok fazla kullanılmış ve artık etkisini yitirmiş ifade, fikir ya da öğelerdir.

19 Aralık 2011 Pazartesi

The Brain (1988)



Belki de insanın en önemli organı beynidir. Beyni sayesinde duygularına hükmeder. Hayatını yönlendirir. Düşünebilir, fikirlerini ortaya koyabilir. Hatta denge unsuru bile beyin tarafından yapılan şeylerden biridir. Kısaca şu an bu organ olmasaydı, bitkiden farklı bir şey olmazdık. 


İşte bu organ ne kadar önemliyse, bozulmaya başladığında da o kadar tehlikelidir. Tehlike sınırlarını tahmin bile edemezsiniz. İnsanın kontrolü bir anda elinden alınmış gibi olabilir. Görmediği şeyleri görebilir, bu da hareketlerine etki eder. Bir sinemacı çıkıp, aslında en çok korkmamız gereken şey beyindir diyor. The Brain, hatta kendi beyniniz gibi düşünmeyin, o beyin bir canavara da dönüşebilir mesajı veriyor. 




Kısaca filmimizin konusuna gelelim. Jim, okulun yaramaz çocuğudur. Bu yüzden de her türlü şakayı denemektedir. Ancak bu son şakası sabırları taşırır. Çünkü okulun tuvaletine sodyum atarak, tüm suç kanallarını patlatmayı başarmıştır. Bunun üzerine öğretmenlerinin tavsiyesi ile ailesi onu bir nevi terapistin yanına göndermeyi kararlaştırır. Doktor Anthony Blakely ise son derece ünlüdür. Çünkü televizyondan yaptığı yayınlarla herkesi etkilemeyi başarmıştır. Jim, bu dahi mi, deli mi olduğu anlaşılmayan adamın testlerine girer. Bu testler sonucunda beyni bir anda başka güçlerin kontrolü altına girmeye başlamıştır. Sürekli halüsinasyonlar görmeye başlar. Yaratığa benzeyen bir beyin rüyalarına girer. Halat gibi kollarıyla onu ele geçirmeye çalışır. Jim'in bilmediği tek şey, aslında bu yaratık gerçekten yaşamakta mıdır?




Bu deli doktor hikayesinde, bir nevi Frankestein hikayesine geri dönüyoruz. Şeytani bir beyin geliştiren bu doktor, ona karşı koyamayıp, cinayetler işlemesine tanık oluyor. Beynimiz de her seferinde beslenerek daha da büyüyor. Tıpkı şu telefondaki tırtıl oyununda olduğu gibi. En sonunda devasa bir boyuta ulaşıyor ve durdurulamaz hale gelmeyi başarıyor. 


Tabii durdurulamaz yaratığın bir zayıf noktası vardır. Tesadüfen onu bulabilirseniz, bu yok edilmesi imkansız görünen yaratık bile öldürülebilir olduğunu gösteriyor. Nitekim yaratık beyin, normal beyin kalıplarına uymuyor. Çünkü yüzü ve korkunç dişlere sahip bir yaratık. Ünlü heavy metal grubu Iron Maiden'ın maskotu Eddie'yi biraz hatırlatsa da, Eddie bu yaratığın yanında sevimli kalabiliyor. 




Doktor bu yaratığı başlarda, televizyondaki insanları kontrol etmek için kullanıyor. Bir nevi insanları hipnoz ediyor ve bu sayede herkesi kontrol edebiliyorlar. Bir nevi 80'lerin komplo teorileriyle karşı karşıyayız. O dönemin en büyük tartışmalarından biri olan, acaba televizyonu insanları kontrol etmek için mi yaptılar? Verdikleri sembollerle insanların bilinçaltlarına mı giriyorlar gibi söylemleri, endişeleri bu filmde de bulabilirsiniz.


Tabii genel olarak bakıldığında belli eleştirileri yapmaya çalışsa da, kullanılan sinema teknikleri ve efektler açısından felaket durumdalar. Örneğin başrol oyuncusu diyebileceğimiz beynin, plastik bir kukla olmadığını kim kanıtlayabilir. Bildiğiniz hareket tekniğiyle inandırıcılıktan uzak bir çalışma yapmayı denemişler. Ancak yine de hayal güçleri için adamları takdir etmemiz lazım. 




Beyin kontrolü sahnelerindeki anlayış da aslında takdir edilebilir. Örneğin karakterler beynin yüzünü gördükleri sahnelerde, aslında karşılarında gerçek insanlarla etkileşim halinde oluyorlar. Yaratığı öldürdüklerini zannederken, aslında kendi arkadaşlarını, ailelerini öldürüyorlar. Böylece bilinçsizce işlenen cinayetler ortaya çıkıyor. Tabii bu vakaların sonucunda intihar kaçınılmaz oluyor. 


Bunca mesajın içerisine bir ergen aşk hikayesi sığdırmaya çalışmak ise son derece gereksiz bir çaba olarak kalıyor. Ne de olsa ana hikayeniz daha yerli yerine oturmamış, yan hikayelere ne gerek var diyor insan. Tabii bu durumlar için bir söz vardır. Neresi doğru ki, burası düzgün olsun denir. 




Sonuç olarak kötü oyunculuklar, hatta kötü derken iyimser oluyoruz. Çünkü kötünün ötesi demek daha yakın sonuçlar doğuruyor. Bir açıdan iyi düşünülen ama uygulaması kötü olan bir senaryo, rezalet efektler ve makyaj çalışmaları desek de, trash film hayranları için unutulmaz doyumsuz bir deneyim sizleri bekliyor. Kült statüsünde bir film denilebilir. Bu tip bir filmi hayatınızda kaç kere bulabilirsiniz ki?


Trash film severler için hazine değerinde bir film... The Brain, tüm kötü etkenleriyle o kadar kötü ki, işte o kadar iyi diyebileceğimiz bir film...



Vivian: We've got to stop! There have been eight deaths since the work began! 


***


Jim's mother: Dr. Blake wouldn't be on TV if he wasn't good! 


***


Janet: [Janet thinks being handcuffed in The Brain's personal meat locker is kinky] Oh, I love you.  I was *so* scared! 


***


 Dr. Anthony Blakely: [watching The Brain eat a nurse] That's food for thought! 


"KÜLT"







Hiç yorum yok: